29 Kasım 2011 Salı

Kıldan Tüyden Bir Muhabbet...

Hayatım boyunca hep dolgun bir hatun oldum ben.
Hani balık etli tabir edilen ama hangi balık türünden olduğu tartışma konusu haline gelen cinsten.Hep özendiğim dal gibi,çıtı pıtı,36 beden bir fiziğim olmadı hiç.Ya da Lise son sınıf itibariyle terk ettim o canım fidan gibi bedeni demeliyim.Sonrasında en fazla kıyısına kadar yaklaşıp peşisıra keskin bir U dönüşüyle eski dolgun hatlarıma geçmişliğim oldu bol bol.
Ama en kilolu olduğum zamanlarda bile 40 bedeni geçmemiştim.Evliliğimin ilk yılları 42'ye dayanacak oldum,duyduğum irkintiyle,yüzme ve ufak bir diyet eşliğinde tekrar 38 lere dönüş yaptım.

Tam da bu halde iken ilk oğluma hamile kaldım,58 kg idim.Hamilelik sürecini relax dönem olarak nitelendirip pervasızca her canımın çektiğini yemem sonucu 24 kg aldım.Zorladım da diyebiliriz.Nitekim bademler,cevizler, fındıklar,balık yağları,litre litre tam yağlı sütler,hamur işleri,tatlılar kısaca boğum boğum et yapıcı ne varsa indirdim mideye ve neticede ortaya kendi cüssesi kocaman,doğurduğu ehh işte idare eder(3 kg 660 gr) bir şey çıktı.82 kg idim doğumhane kapısına dayandığımda.Son derece de aktif ve dinçtim buna rağmen. Hantallaşmadım yani hiç.Hamileliğimin son günlerinde bile merdivenleri çifter çifter ve normal insanlardan daha hızlı çıkabiliyordum mesela.Bu biraz da benim tezcanlılığımdan kaynaklanıyordu esasen.Ama kilolarımda engel teşkil etmemişti bu huyuma.

Doğumdan hemen sonra 69 kg ya indim.13 kg bir anda yok olmuştu yani.Gel gör ki emzirme sürecinde tam anlamıyla bir fil gibi yemenin neticesinde 75 kg lara çıktım tekrar."Aman pekmez ye süt yapar,aman helva ye süt yapar,tatlı ye tatlı sütün artar" empozeleri sonucu,zaten kilo almak için en küçük kıvılcımı bekleyen bünyem, dirhem dirhem topluyordu yağları üstünde.İğreniyordum kendimden.Aynalara  bakmaya korkuyor,buna mukabil ninemin gardrobundan kalma giysileri giyiyordum daha da ucube görünüp silkelenmek,kendime gelmek için adeta.Alışveriş yapmak en büyük keyfim iken ızdıraba dönüşmüştü kelimenin tam anlamıyla.Bakıp iç geçirdiğim,beğendiğim ne varsa, üstüme giydiğimde bambaşka bir kılığa dönüşüyor,mankenin üstündeki cazibe ve seksapelitesinden eser kalmıyordu.Bu nedenle alışverişte yapmaz olmuştum zaten.Eldeki bir avuç çapulla, hali hazırda pespaye olan görüntümü hepten hint fakirivari hallere sokuyordum.Eşimin "ben seni her halinle seviyorum" söylemleri de benim kendime gelmemi geciktiren etkenlerden biriydi.

Bebeğim 7 aylık olduğunda neyse ki işe başladım.Bu tempomun ağırlaşacağı ve yeme rutinimin düzene gireceği anlamına geliyordu.Öyle de oldu nitekim.Catering sektöründe çalışıyor olmama rağmen girdiğim rejimle 6 ayda daha kabul edilebilir ölçülerde insan standartlarına girmeye başladım yavaş yavaş.75 kilodan  66 kg ya gerileyebilmiştim nihayet.Benden mutlusu yoktu.Daha katetmem gereken çok yolum vardı ama geldiğim nokta bile keyfimi yerine getirmişti ziyadesiyle.Giydiklerim nispeten daha hoş görünür olmuştu üstümde.1,5 yıldır küstüğüm aynalarla tekrar barışmaya başlamıştım.Eski cazibemi yavaş yavaş geri kazanıyordum :) Ama eşim hala"ben seni her halinle seviyorum" demeye devam ediyordu.Diline pelesenk olmuştu sanırım,ya da boynumdan aşağısına bakmıyor,beni alıcı gözüyle incelemiyordu zahar.Sevinmeli miydim,üzülmeli miydim bilmiyordum...

Tam eski formuma dönüyorum diye sevinirken ikizlere hamile kaldığımı öğrendim :) Bu durumun bende yarattığı şok etkisini tekrar anlatmama gerek yok sanırım.Keyifsiz zamanların kilolar üzerindeki etkileri malum.Ya da benim gibi her türlü durumu fırsat bilip yemeye saran tipler gibiler için etkileri demek sanırım daha uygun.Yine hamileydim ve yine salma moduna almıştım kendimi.Hemde bu kez ilk hamileliğimden farklı olarak,ilkinde tamamen sağlık odaklı beslenirken ikinci de boşvermişlik ve isteksizlikle Allah ne verdiyse düşüncesiyle,saldım çayıra Mevlam kayıra misali,sağlıklı sağlıksız ne bulduysam yiyordum.Gayet özensiz ve sakınımsız bir biçimde hemde.
Buna rağmen ikiz olmasına karşın 20 kilo ile tamamladım bu kez hamileliğimi.2,5 sene sonra başladığım yere dönmüş 86 kilo olmuştum yine ve yine:(Üstelik moralim sıfırın altında idi ve uzunca süre de normale dönebileceğini kestiremiyordum.Bu hal içinde iken bırak eski halime dönmeyi, üstüne almasam kar sayacaktım kendime.Halbuki 2 yeni bebek dahil olmuştu hayatımıza,birde 2,5 yaşında en aktif çağlarını sürdüğümüz oğlumuzla birlikte.Tempom ağırında ötesinde idi.Gündüz koşturmacaları,üçe bölünmüş anneliğim,emzirme sıkıntıları,3 velet tarafından sabote edilmiş gece uykuları ve tüm bunların neden olduğu dipsiz,kör bir kuyuya düşmüş  hissiyatıyla yemeden içmeden kesilmem,eski kilomunda altına  düşmem gerekirdi esasen.Fakat bu zorlu süreçte beni tek mutlu eden şeyin yemek yemek olması kilo vermemi engellemekle kalmıyor,her yeni gün birer ikişer üstüne eklememe sebep oluyordu.
Vel hasıl 2,5 senenin ardından kaldığım yerdeydim yine.Aynı moral bozuklukları,aynı buhranlar,aynı kendine tiksinerek bakma durumları,aynı niyet edip edip azimden yoksunluğu neticesinde hüsranla sonuçlanan diyet girişimleri vs vs vs...2 sene 2 ay 72-75 kg aralığında mekik dokudum.Ta ki 2010 Ağustos ayına dek.

Ramazan ayında idik.Ömrünün hiçbir Ramazan ayında kilo vermek şöyle dursun,kilo almaya engel olamayan ben bu kez tam 4 kg vermiştim.Nasıl oldu bilmiyorum ama olmuştu işte.70 kg idim aylar sonunda.Müthiş bir motivasyon kazandırdı bu bana.Peşisıra bir boğaz enfeksiyonu geçirdim.Üç gün falan hiçbir şey yemediğimi hatırlıyorum,3 kg da bu süreçte kaybedildi.Etti mi sana 7.Hemde gerilmeden,moral bozmadan,kendiliğinden. 67 kg olmuştum,şahane bir şeydi bu,çok mutluydum.İlk hamileliğimin ardından binbir zahmetle ulaştığım kiloya kendiliğinden dönüvermiştim.Sağdan soldan gelen "aaaa sen çok zayıflamışsın" tepkileri yüzümde güller açtırıyordu.İşe geri dönmüştüm o dönem tekrar.Bir iki kilo da çalışmaya başlayınca gidince 65 kg ya kadar geriledim.Bu kilo birkaç ay sabit kaldı,diyet falan da yapmıyordum hala.Ama halimden şikayetçi değildim,iyi görünüyordum.Eskiyle kıyaslayınca filinta gibiydim diye tabir etsem kendimce abartı olmaz sanırım.

Nisan gibi işten ayrıldım.O dönem kardeşimin evlilik hazırlıkları vardı ve oldukça hız kazanmıştı.Benimde artık evde olmam sebebiyle tüm hazırlıklara bende iştirak ettim.Sabah erkenden çıkıyor akşama kadar o mobilyacı senin,bu perdeci benim mağaza mağaza geziyorduk.2 ay boyunca bu tempo böyle devam etti.Bunca hareketin kilolarım üzerinde de olumlu etkileri olması kaçınılmazdı haliyle.Düğüne kadar 63 kg ya indim.Beni en son 2 yıl önce, löp löp etlerle enine epeyce genişleyip,geleneksel anne kıvamına erişmiş halde görenler,verdiğim 11 kilonun ardından bolca iltifatlarda bulunarak mest ettiler beni.Bir dirhem et bin ayıp örtmüyordu işte besbelli.Bilakis aldığın her gram foyalarını bir bir çıkarıyordu ortaya.Mazeretlerin ardına sığınmak doğru değildi.

Düğün dernek geldi geçti ve yazın gelişi,sürekli dışarılarda ve aktif oluşumuz,sıcakların getirdiği iştah kayıpları sonucunda ben kilo vermeye devam ediyordum sevindirici bir şekilde.61 kiloyu da görmüştüm nihayet. Neredeyse çocuksuz günlerimde ki hallerime dönmüştüm.En güzel tarafı ise 38 bedendim yeniden.Fakat yüzüm bir hayli solgun görünüyordu ve çökmüştü sanki.Gören herkes "çok zayıfladın bir sorun yok değil mi?" demekten alıkoyamıyordu kendini.Ben bile şüpheye düşmeye başlamıştım artık.Acaba sahiden bir sorun mu vardı?Herhangi bir sağlık şikayetim de yoktu ama belli ki düzensiz ve özensiz yemelerim etkendi bu durumda.Kimileri ise tepkilerini "yaa kusura bakma ama kilolu hallerin daha bir güzeldi sanki,böyle yüzün çöktü " şeklinde gösteriyorlardı.Ehh azıcık içerliyordum fakat biliyordum ki gözlerin aşinalığıyla alakalı bir durumdu bu.Yani bu halime de alışınca normal gelecekti bir süre sonra.Alışılsın zira tekrar o günlere dönmeye hiç niyetim yok :)

Son durum ise biraz can sıkıcı.Sonbaharın gelişi ve havaların soğumasıyla birlikte çöken kasvet,eve hapsolma  ve hareketliliğin kısıtlanması neticesinde 2 kg aldım.Bu duruma son derece düzensiz,baştan savma ve sağlıksız beslenmemin sebep olduğu aşikar.Mesela;şu saat itibariyle sadece sabah 10 gibi yediğim bir tost ve bir dilim kekle akşamı etmiş bulunuyorum.Akşam yemeğinde acısını çıkarıp aç kurtlar gibi saldıracağıma eminim.Böylesi bir beslenme düzeninin sonuçları ortada.Bir an önce toparlanmalı ve bu işi bir düzene sokmalıyım.Bu vesile ile buradan da duyuruyorum:

Ben, bugün şu saat itibariyle, sağlıklı ve düzenli bir yemek rutini takip etmek kaydıyla,diyete başlıyorum.Herhangi bir diyet listesine bağlı kalmaksızın,porsiyonlarımı azaltarak,sakıncalı gıdalardan uzak durarak ve bol sıvı tüketerek hedefime ulaşmayı planlıyorum.55 kg ye inene dek de pes etmeyeceğim.Şu an 63 kg yum ve hedefim 8 kg.

Hadi bana başarılar ve...

Vira Bismillah...
Çok fark yok gibi görünse de,çıplak gözle durum hiç de bu denli yanıltıcı değildi :(


Not: Kilo ile ilgili olarak bu kadar uzun uzadıya konuşup yazabilen varlıklar,bir tek biz kadınlar olsak gerek :)

28 Kasım 2011 Pazartesi

Geçen Haftaya Bakış...

Baktım da,
Bir haftadır yazmamışım.Bazı oluyor böyle;yazmadıkça uzaklaşıyorum yazmaktan.
Bazen okuduklarım soğutuyor beni yazmaktan,bazen yaşadıklarım.PC'nin kapağını dahi açasım gelmiyor böyle zamanlarda.
Velhasıl olmayınca olmuyor...
Neyse ne...

Ne mi yaptık bu bir hafta boyunca?
Gezdik dolaştık...
Bol bol misafir ağırladık.Kekler,poğaçalar,börekler,pastalar hazırladık,dostlarımızla paylaştık.
Keyifli sohbetler ettik,kahkahalarımızla her yanı çınlattık.
Eskileri* yad edip,yenileri ardına kattık.
Çocuk kalbimizle hediyeler edinip**,öğretmenler günü kutladık.
Kütüphanemize yepyeni ve ilgi çekici kitaplar*** edindik.
Popomuza mantar**** ektik !!!
Musiki konserine***** gidip,ruhlarımızı şenlendirdik.
Konser dönüşü anneannemizde sabahladık.
Sabahında dedemizin bahçesinde toprakla bolca hasbihal ettik,kah kazdık,kah suladık,kah avuçladık...Ağaçların dökülen yapraklarını toplayıp,bu yapraklarla kocaman bir ateş yaktık.Kuru yaprakların ateşle meşkinde ortaya çıkan ezgiler ve yaydığı muazzam kokuyla mest olduk.
İki erkek kardeş elele vererek bakkala gidip ekmek aldık :) Artan para üstüyle de bi sürü abur cubur yüklenip keyfe geldik.
Hafta sonu,yere yatak açıp****** taklalar ata ata uykuya daldık.
Yakın arkadaşımızın sünnet düğününe iştirak ettik,yerimizde durmadık,hopladık,zıpladık...
Dönüşte yine sevdiğimiz dostlarımızı evimizde ağırladık.Bol kakara kikiri yaptık hatta yılbaşı akşamı için planlar yapıp heyecanlandık.
Tüm apartman sakinlerine,pastane işlettiğimizi düşündürtecek kadar çok "bitter çikolatalı ve portakallı kek" yaptık.
Son olarak,
Yorgun geçen bir haftanın sonunda,sıcacık duşlarımızı alıp soluğu yatakta aldık.

Yeni haftanın hepimize huzur,keyif ve sağlık getirmesi dileğiyle...

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

* Çarşamba günü öğle üzeri,taaa ilkokuldan 5 arkadaşımı ağırladım.Bir ay kadar önce,bu arkadaşlarımdan birinin bizi biraraya getirme isteğiyle her birimizi tek tek arayarak,kendi evinde misafir etmesiyle başlattığı toplaşma merasiminin ikinci ayağı,o gün bende gerçekleşti.

** Öğretmenler günü münasebetiyle,Neco'nun hediye seçimini çocuklara bırakması sonucu, YA öğretmenine  kırmızı bir oje,RU ise bir çift küpe alarak hediye etti.ZE o gün anneannesinde olduğundan okula gidememişti,fakat ertesi gün pembe bir oje edinerek O da görevini ifa etti.Hediyelerimiz öğretmenlerimizce epey enteresan karşılanmış olmalı:)

*** Bu hafta 6 yeni kitap edindik.Çizmeli Kedi Yayınları'na ait bu kitapların isimleri şöyle:

                    Dinozorun Beslenme Çantası-Jacqueline Wilson
                    Çikolata Canavarı-Jan Page
                    Geveze Goril-Margaret Mahy
                    Kahraman Babam-Stella Gurney
                    Abur Cubur Seven Ejderha-Malorie Blackman
                    Uzaylı Çocuk-Banu Özdemir

**** YA'nın poposunda kırmızı bir nokta şeklinde başlayıp,ertesinde çapı büyüyerek yanık benzeri su toplayan,hemen akabinde patlayarak yaraya dönüşen,peşisıra yara genişleyip para büyüklüğüne kadar erişerek kabuk bağlayan ve kuru bir döküntü haline gelinceye kadar süre giden ilginç bir cilt sorunu ile karşı karşıya kaldık.Doktora götürmemiz neticesinde mantar olabileceği teşhisi konuldu ve krem tedavisi uygulandı.Henüz iyileşme sağlanamadığı gibi hastalıklı bölgenin alanı genişledi.Salı günü uzman bir dermatologla görüşeceğiz.

*****Şu postta bahsini ettiğim canım arkadaşım "S" nin,Tuzla'da bir konser salonunda "Kocaeli Musiki Derneğince"gerçekleştirilen cemiyet konserine gittik.Ruhumuz musikiye doydu."S" nin solo performansı süperdi.Onunla bir kez daha gurur duydum.

******Bir akşam aklımıza nerden estiyse salonun ortasına şilte açarak yerde yatma fikri geldi ve uyguladık.YA&RU&ZE müthiş zevk aldı bu işten.Mütemadiyen akıllarına gelip "yerde yatalım mı? ne olurrrr"
taleplerinde bulunmaya başladılar.Bizde bunu hafta sonu ile sınırlamaya karar verdik.Şimdi her hafta sonu rutini haline gelen,cümbür cemaat yer yatağında yatma seremonilerimiz var.Bu keyfe TV karşısında patlamış mısır yeme zevki de eşlik edince O'nlardan mutlusu olmuyor.Sabah yatak yorgan toplama işi fazladan külfet eklesede omuzlarıma,yüzlerindeki gülümseme herşeye değiyor ne de olsa...

18 Kasım 2011 Cuma

Aklımı Kaçırdığımın Alametleri...

Geçtiğimiz cumartesi günü İzmit'te oturan çok sevdiğim arkadaşım "S" geldi bana kahvaltıya.Yanında benim ikizlerden iki ay küçük kızı "İ" ile birlikte.10 yılı aşkındır devam eden çok güzel bir dostluğumuz var kendisiyle.Sımsıcak,pamuk gibi bir yüreğe sahip hayat dolu bir kızdır "S"

O'nunla sohbetin dibine vurur,vaktin nasıl geçtiğini anlamaz,tadı damağınızda ayrılırsınız yanından.Öylesine sever ki yaşamayı dahası güzel yaşamayı,gıpta ile bakarsınız her anı detaylandırılmış hayatına.Öyle de planlı programlı,disiplinlidir her konuda.Hesap kitapçıdır ayrıca,vara yoğa harcamaz çar çur etmez parasını.Alırsa en iyisini alır ama hesabını yaparak,kitabına uydurarak...Evinde bir tek gereksiz eşya göremezsiniz,iş olsun diye alınmamıştır hiçbir şey.Sade,şık ve elegandır bu nedenle tercihleri...

Kendisine zaman yaratmasını da bilir.Çocukla boğmaz kendini.Haftanın birkaç günü İzmit'te musiki derneğine gider akşamları.Güzeldir sesi,TSM ile deşarj olur,nefes aralığı tanır kendine.Konserler verirler belli zamanlarda,solo da söyler ayrıca.Ayrıca bir yıldır da keman dersleri almaya başladı,"Bu yaştan sonra olur muymuş" zırvalarına aldırmadan.Müzik ruhun gıdasıdır bilir ve doyurur tüm benliğini tılsımlı ezgilerle.Tam benim yapmak isteyip de yapamadığım gibi...


Ne zaman ziyaret etsem kendisini,sıcacık karşılar her daim beni ve ailemi.Neco'yla da iyi anlaşır."Eniştem bir tanedir" der hep.:)Neco'da O'nu sever.Ailesini de tanırım.Annesini,babasını,abisini,abisinin eşini...Bekarken gidip kalırdım bazı geceler,çok sıcak insanlardır hepside.O da bilir benim ailemi,bana nasılsa onlara da öyle içtendir ilgisi.
Dolayısıyla,öyle sıcakkanlıdır ki,içinize işler samimiyeti,yürekten hissedersiniz sevgisinin içtenliğini.Seveni de çoktur sırf bu nedenle.

Candır kısaca arkadaşım can...

Kendisi gibi cıvıl cıvıl,bıcır bıcır bir de kızı var.18 aylıkken basbaya anlaşılır konuşan,düzgün cümleler kuran,özgüveni sağlam bir çocuktu "İ".Şimdi de öyle nitekim.Tam annesinin kızı.Bizim bücürlerle arası pek iyi.Öyle ki geçen hafta geldiğinde gitmek istemedi bir türlü,annesi salya sümük ağlayarak götürdü kendisini.ZE ile sarmaş dolaş öyle keyifli vakit geçirdiler ki...
Bizim eve gelen çocuklar,gitmek istemezler pek zaten,yetişkinlerin bir daha gelmek istemeyeceği gibi:(Çocuk bahçesi gibidir haliyle,aratmaz falan kreşi.Eğlence gırla,kalabalık,curcuna,tam çocukların istediği gibi...
"İ" yi de yine geleceklerine dair sözler vererek zor ikna etti "S" ciğim giderken...


Haaa ne diyecektim;
İşte geçtiğimiz cumartesi "S" buraya kadar gelmişken "Pendik pazarına uğramadan gitmeyeyim" bari dedi.Ben de "tamam sen git,hava soğuk "İ" çıkmasın dedim."Olur mu öyle şey,üç tane sana yetiyor zaten,nasıl başa çıkacaksın dördüncüyle dedi.
"Ha üç ha dört farketmez,sen git gel hadi" dedim ve gönderdim O'nu pazara.

Biz de 4 çocuk 1 yetişkin ne mi yaptık?
Mısır patlattık,kutu kutu pense oynadık,şarkılar açıp bağıra çağıra dans ettik,hopladık zıpladık ve bir baktık ki "S" işini bitirip gelmiş bile...
"Ayy sana da yük oldum,zor oldu mu,yormamışlardır seni inşallah" dedi.
"Yoooo ne yükü canım,gayet keyifli zaman geçirdik sor istersen kızına" diyerek gülümsedim.

Hakikaten,ha bir eksik, ha bir fazla;ne farkeder?Bilakis çocuk sayısı arttıkça eğlendirmek için sana iş düşmüyor bile pek.Sen onlara dahil olabilmek için can atıyorsun hatta bazen.Üstelik gayet de keyifli onlarla vakit geçirmek...

Bu vesile ile anladım ki,
4.cüyü de büyütecek cesaret,azim ve güç hala var bende.

Ya da manyaklık mı desek???

Bizim Evin Reytingleri...

Düşündüm de;
Bizim eve bir reyting cihazı yerleştirilse,tüm günde de,prime time da da, çocuk kanalları açık ara önde çıkarlar buna hiç şüphe yok.
En başta da TRT ÇOCUK...

Sabah kalktıklarında,ben kahvaltıyı  hazırlayana dek,çoğu zaman izin vermesem de-kahvaltı sırasında TV izlemelerini istemediğimden-bazen kıramıyor ve kahvaltıya başlayana dek izlemeleri konusunda anlaşarak açıyoruz TV yi.Kahvaltı sırasında, hoşlarına gitmese de kapatıyor ve O'nları okula yolculadıktan sonra da açmıyorum,açmak da istemiyorum gün içinde o aptal makineyi.

Aram yok pek TV ile ve iyi ki de yok.Artık televizyon demek,dizi film demek kısaca.Başka da birşey yok kayda değecek.Geçen senelerde takip ettiğim bir iki dizi vardı,yarım yamalak da olsa ucundan kıyısından seyrettiğim,bu sene tamamen kestim nerdeyse ilişiğimi.Bazı zamanlar ehh bir bakayım neler olmuş bitmiş diyor,izliyorum.Zaten pek bir şey kaçırmış da olmuyorum.Döndürüp dolandırıp,iyice sündürerek hikayeyi uzatıyorlar da uzatıyorlar,haftalarca izlemeseniz de bir yerinden yakalamış oluyorsunuz dolayısıyla.
Diziler dışında ki programlarda fasa fiso.İzlemeye değecek kaliteli bir yapım bulmak neredeyse imkansız.Acun prodüksiyonunda yapılmış zırva yarışmalar,kanalın birini zapturapt altına almış,haftanın her günü boy gösteriyor TV'de.Eskiden TRT vardı bir tek dişe dokunur programlar yapan,şimdi o da dizi furyasına dahil oldu,kaptırdı gidiyor.Velhasıl oturup saatlerce TV karşısında vakit geçirmenin manası yok tarafımca.Gündem takip meselesi de internet vasıtasıyla hallediliyor zaten.
Hal böyle olunca,bu meymenetsiz TV ortamında ölü zaman geçirmektense,kapatıp bir köşe de durmasını yeğliyorum.
Ta ki akşam çocuklar gelene dek...
Eve dönüş saatleri değişkenlik gösterdiğinden,yemek düzenimizde ona paralel uyumsuzluklar sergiliyor.Şöyle ki;çocukları okuldan babaları aldığı için,O'nun işi ne zaman biterse eve dönüşte o doğrultuda seyrediyor.Umumiyetle 18:30-19:00 arası oluyor eve dönmeleri.Yemeğe oturmamızda 19:00-19:30 civarı oluyor genelde.Bu saatlerde çocukların TRT ÇOCUK'ta en sevdikleri yapımlar gösterimde oluyor.

PEPEE (Pepee in,Caillou out bu aralar),LAURA'NIN YILDIZI,KELOĞLAN ve CİLLE favori çizgi filmleri.Ha bir de ŞAPKADAKİ KEDİ:)

Dolayısıyla yemekle çakışınca hayli zorluk çekiyorum onları ikna konusunda.TV izlerken yemek yeme hususunda oldukça rahatsızım.Birkaç kez deneme girişiminde bulunduk lakin tabaklar önlerinde buz gibi olduğu ve bizde sürekli hadi ikazlarıyla masayı soğuttuğumuz için yemek saatlerinde TV açmama kararı aldık.Bu hiç hoşlarına gitmedi tabi.Ama ne kadar hızlı yerlerse o kadar erken açılmasına sebep olacaklarından, işimize yaradı bu karar.
Keloğlan ve Cille'ye yetişiyorlar neyse ki;ve ikisini de pür dikkat izliyorlar.Defalarca kez tekrarı verilmesine ve artık replikleri kendi aralarında muhabbet konusu olmasına rağmen yine aynı ilgiyle ve dikkatle izlemeleri ise işin ilginç yanı.TRT ÇOCUK yapımları içeriklerinin ciddi bir denetimden geçiyor olmasının verdiği rahatlıkla  izlemelerinde sakınca görmüyorum bende.
Eee herşeyin bir limiti var elbet.Maksimum 1 saatin ardından,televizyonla olan ilişiğimiz de kesiliyor nihayet.

İşte bu nedenle bizim evin reyting şampiyonu kesinlikle TRT ÇOCUK...

16 Kasım 2011 Çarşamba

Ben Sensiz,Sen Bensiz;Olamayız Çaresiz...

Üç çocuklu bir evde,iş güç hiç bitmez.

Her gün,hafta içi,hafta sonu,resmi tatil,kafa izni,bayram,seyran,hastalık,matem,keder,tasa nedir bilmeden,can siperane bir şekilde,görevini umumiyetle aksatmadan-elektriklerin azizliğine uğramaz yahut sık kullanılmaktan mütevellit arıza durumları yaşanmazsa-yerine getiren,elim,kolum, canım,cananım,velhasıl herbirşeyim haline gelen elektrikli alet edevatlara adanmıştır bu post.

Saygıyla eğilmek istiyorum önlerinde ve beni yarı yolda bırakmamaları için gözlerinin içine bakıyor,dualarla birlikte yad etmek istiyorum tek tek adlarını...

İşte bizim evin hamarat hatunları:


1.Elektrikli Süpürge: Sen olmasan kim toplardı günde beş posta süpürülse-ki çoğu gün bu rakamı geçiyor- yine ve yeniden evin dört bir köşesine yayılmış tozu,kırıntıyı,süprüntüyü.Üç fil gücündeki çekiş kapasitenle anında daha yaşanılır hale getiriyorsun ya evi,nasıl da hayranım sana bilemezsin.Öyle hamaratsın,öyle canla başla yapıyorsun ki görevini, yıprattı bizim evin şartları seni.3.cü marka ve modelsin bizdeki.Ee kolay değil üç afacanın rezil rüsvay ettiği hanenin tüm pisliğini toplayıp,içinde barındırmak.Motoruna,filtrene,toz haznene, kaportana zeval gelmesin inşaallahhh...

2.Çamaşır Makinesi: Ahhhh sen var ya sen...Seni kim icat ettiyse,ilk evvela onu rahmetle-muhtemelen ölmüştür- anmak istiyorum aslında.Nurlar içinde yatsın,toprağı bol olsun. inşallahh...Tek tuşla onca işin üstesinden gelmek,nasıl gurur verici bişey olmalı kimbilir?Onca çamaşırı yıka,durula,sık,kurut valla yaptığın takdire şayan.3-4 kadının akşama kadar yapacağı işi tek başına 1-2 saatte hemde haftada sayısız kez ve hiç söylenmeden yapıyor olmanı ayakta alkışlıyorum.Tüm kirli çamaşırlarımızı görmezden gelip, bizi aklanmış paklanmış hallere sokuyor ve bunu bıkmadan usanmadan sürekli tekrarlıyorsun yaa,vazgeçilmezimsin bilesin.Rezistansın kireç görmesin inşaallahhhh...


3.Bulaşık Makinesi: Mutfağımın gözbebeği,evimin hamarat hatunu.Ne çok işime yarıyor,ne büyük yükten kurtarıyorsun beni bir bilsen.Kalabalık sofralarımızın ardından darma duman olan mutfağı anında hale yola sokman,yemek sonrası rehavete girmiş bedenimi onca bulaşığı yıkama zulmünden kurtarıyor olman,çarçabuk mutfaktan salona geçiş yaptırarak bana zaman kazandırman sana olan sevgimi kat be kat artırıyor.Ahhh bir de yıkadıktan sonra yerleştirme özelliğinde olsa başıma taç yapardım seni ya neyse.Şımarıklığın alemi yok...

4.Ütü: Aslında seninle olan ilişkim çoğu kadın için olduğu gibi benim içinde oldukça sancılı.Hiçbir randevuyu iple çekmiyorum mesela.İçim kıpır kıpır değil sana gelirken,bilakis geri geri gidiyor ayaklarım hatta.Kendime çeki düzen falanda vermiyorum görüşeceğimiz için.Üzgünüm ama sanırım seni sevmiyorum ben.Geçtiğimiz yıl  ilişkimize heyecan katmak adına buhar kazanlı bir rakip çıkarsamda karşına,ilk göz ağrımsın benim,bak bırakamadım seni elimden hala.Yalnız bir beklentim var senden.Hani diğer edevatlarda olduğu gibi,seninde çamaşırı içine atıp düğmene basıp çalıştırarak işini bitirmeni beklesem var ya Leyla ile Mecnun'un aşkı halt edecek aşkımızın yanında.AR-GE çalışanları iş başına,umutsuz ev kadınlarının size itimadı tam...

Yukarıda saydıklarımın evimin baş köşesinde yerleri var.Emrime amade bekleyen emektar yardımcılarım,dilsiz uşaklarım benim onlar.Para da istemezler benden,pulda.Atıver içine işini görmesi için gerekli malzemeyi,basıver düğmesine hepsi bu.Bazısı bensiz yapamaz;illa bir yerinden tutmam lazım görevini yerine getirmesi için.
Beni sevdiğinden yanında ister bilirim;)Bazen of pof desem de yine de eksikliklerini göstermesin Allah der,tutarım elinden,koyuluruz işe.

Eşlere göre işleri biz değil onlar yapıyor.Zamane kadınları da ev hanımımıymış be.Anneleri çamaşırı elinde yıkar,dağ gibi bulaşıkların üstesinden gelir,el yordamı ot süpürgesiyle köşe bucak süpürür,kömürlü ütüyle saatlerce ütü yaparmış.Hemde gıkını çıkarmadan.
Biz de işi makineler yaptığı için kalan bolcaaa boş vakitte,iş değil dert üretiyormuşuz.
Ağzınla kuş tutsan yaranmak mümkün mü koca milletine.
Laf ola beri gele işte...


Kim ne derse desin;
Siz iyi ki varsınız çok şükür.Allah eksikliğinizi göstermesin.Lakin,
Sizi kumanda eden elin de hakkını vermek lazım dimi ama?

15 Kasım 2011 Salı

Dönülmez Akşamın Ufkundayım...

Başım ağrıyor...
Dengem bozuluyor,nevrim dönüyor,tepetaklak oluyorum...
Hareket halinde bir otomobilde, kitap,dergi,gazete vs.okurken duyumsadığım mide bulantısı,baş dönmesi,velhasıl içimin bir garip olması hali husule geliyor böyle zamanlarda.
Volkanlar gibi püskürüyor,lavlarımla her yanı cehenneme çeviriyor,etraftaki herkesi panik,stres,üzüntü ve çaresizlik içinde bırakıyorum; ve tüm bunlar olurken o lavların büyük kısmı asıl benim içime akıyor,aktıkça canım yanıyor,yanan canımın acısıyla daha çirkefleşiyor,duyduğum her sızıda kıvranıyor,çöküyor,kahroluyor ama sanki bundan keyf alırmış gibi delirdikçe deliriyorum.

Kelimenin tam anlamıyla manyaklık hali bu annelik.
Önce karşındakinin çocuk olduğunu unutmakla başlıyor hatalar silsilesi.O'nun yemekten,içmekten, yıkanmaktan,uyumaktan,odasını toplamaktan,dişlerini fırçalamaktan vs. vs. daha önemli işlerini olduğunu unutmakla...
O'nların istediği,keyifleri ne istiyorsa onları yapmak,bu kadar basit ve anlaşılır.Bunları yaparken de mutlu olmak.Oluyorlar da zaten.Sen engel olmaz,önlerine abuk subuk kurallar,kaideler,saplantılı yaptırımlar koymazsan olacaklar.Fakat sorumluluk sahibi,en bi mükemmel anne olacaksın ya-ki öyle bir çabam aslında hiç olmadı-,atlamamalısın hiçbir detayı.Ama farkında mısın ki,sen bu detaylara takılmakla Onların keyfinin içine ediyorsun..
Yemeklerini yemiyorlar mı? Bırak yemesinler,açlıktan ölmezler ya.
Odalarını mı dağıttılar?Bırak ne zaman istiyorlarsa o zaman toplasınlar.Ya da bir sefer de sen topla,elin aşınmaz ya,etme keyiflerinin orta yerine.
Geç mi uyumak istiyorlar? Yarım saat tolerans tanı bugünde,kıyamet kopmaz ya...
Ama yok,bir sefer alttan alırsak hep isterler değil mi?

Bu sabah kahvaltı yaparken;
Abuk subuk bir dolu cümleler sarfedip nasıl kıkırdaşıyorlar,nasıl keyif alıyorlar,nasıl kendilerinden geçiyorlar..
Ama tabaklarındakilere de el sürmüyorlar tabi tüm bunlar olurken.Özellikle sabahları zamanla yarıştığımız için yemeklerini bir an önce yiyip hazırlanmaları gerekiyor oysa.Neşeleri iyi hoş güzel de,babamız birazdan geldiğinde, hala kahvaltı sofrasında ve tabaklarımızın dolu olduğunu gördüğünde yüzünün girdiği şekle maruz kalacak olan kim?Önce ben ardından diğer aile bireyleri.Peki o surat şeklini takiben ortaya çıkacak olan manzara ne?
Aynen şu:
Ben tüm cazgırlığımla, hadi ile başlayıp tehditlerle devam eden tüm can sıkıcı uyarılarımı peşpeşe sıralayacağım.Yetmedi,elimde çatal bıçak her ne varsa masaya tak tak vurup ses kirliliğine yol açacağım,o da kesmeyince sesimin en gıcık tonuyla cıyak cıyak bağırıp,az önce keyif kahkahalarının atıldığı masanın orta yerine pimi çekilmiş bombayı atıvereceğim.Zavallı yavrucaklar da ne yediklerinin tadına varacaklar,ne de keyifle başladıkları günün tadına...
Diş fırçalarken de aynı sahne yaşanacak,hazırlanırkende.Ve ben elimde kırbacım,gestapo gibi mütemadiyen sağa sola savurarak, işleri yola sokmaya çalışacağım,iyice çığrından çıkarırken...

Böylesi durumlarda önce esip gürlüyor,daha bu hal devam ederken,her cümle arasında "Ben ne yapıyorum,yavrularım üzülüyor,nasıl izin veriyorum buna?" diye düşünüp kahrıma kahır katıyorum.Öyle birşey ki bu,birbirini takip eden sarmal yay misali,içinde bulunduğum hal üzerine bir taraftan kafa patlatırken,diğer yandan sarpa sarmaya devam ediyorum iyice.Toparlamaya çalışmak yerine,iyice dahil oluyorum çözümsüzlüklerin içine.Sürekli çatışıyorum içimde kendimle.
Sözler veriyorum otayacağım kendimi diye...Daha sakin,daha ılıman iklimlere kapılarımı sonuna dek açacağım diye...Bir iki duruyorum ayaklarımın üstünde,ardından tökezlemeye başlıyor,nihayetinde kaybedip dengemi sağa sola çarpa çarpa yerle yeksan oluyorum yine ve yine...

Kendimle de çatışıyorum,eşimle de.Ben kasıp kavururken,içimde çatışırken kendimle,bir yandan eşim çocuklara müdahil olduğunda bu kez ona sataşıyorum,"yanlış yapıyorsun,öyle değil böyle yapmalısın,ne sorumsuzsun" falan gibi kendime bosbol gelen akıl vermelere...Çok biliyorsam kendim uygulasam ya önce...

Es kaza birinden birine sesini mi yükseltti eşim,hemen olay mahallinde buluyorum kendimi,
"Ne oldu?durum nedir?Niye bağırıyorsun?Sakin ol,bu kadarcık şey için mi bunca patırtı?ucunda ölüm yok ya ne olmuş canım,ne kadar büyük tepkiler veriyorsun" tarzında soruları peşpeşe sıralıyor,zaman zaman aynı durumda verdiğim tepkileri unutup çemkiriyorum tüm hışmımla O'na.Sanki dellenme hakkı sadece bana tahsis edilmiş gibi...Ama batıyor ne yalan.Benim dışımda -aslında ben de dahil-kim kaşını kaldırsa çocuklarıma,irkiliyorum aniden,dikkat kesilip ekşitiyorum suratımı,ve bazen gösteriyorum da tepkimi hiç çekinmeden.Bu babam bile olsa-ki çoğu zaman onadır zaten-dayanamıyorum yavrularımın yüzündeki gülümsemeyi silikleştirenlere...

İçinden çıkılmaz bir hal bu annelik.Hem dünyanın en güzel en özel şeyi iken,aynı zamanda,en çok üzen,geren,külfet altına sokan,eza cefa çektiren,öldürmeyen ama süründüren,şekilden şekle sokan,paranoyanın dibine vurduran...
Velhasıl manyaklıkla kol kola gezen,iflah olmaz bir şizofreni türü annelik...

12 Kasım 2011 Cumartesi

Bir Bilmecem Var Büyükler...

I.Resim
Resimdeki ne idüğü belirsiz nesne hakkında fikri olan var mı?Doğru tahmin eden çıkarsa beri gelsin.Gelsin çünkü alnından öpeceğim:)
Zira,YA söylemese benim doğru tahmin etmem en iyimser:günlerimi;büyük olasılıkla:yıllarımı alırdı...

II.Resim

Flaşlı,flaşsız,yakın çekim,kuşbakışı hangi açıdan resim isterseniz buyrun burda.Belki idrakınıza yardımı dokunur.

III.Resim

Kimsenin kıvrak zekasından,hayal gücünün genişliğinden,bakış açısının enginliğinden yana şüphem yok; lakin doğru cevabı bulacağınıza dair ihtimaller oldukça zayıf.
Hani Küçük Prens'de ki "boa yılanı yutmuş fil" resmi misali...
Esasen resmi çizen çocuğa göre o, "boa yılanı yutmuş bir fil" iken,yetişkinlerin basit algılarıyla görür görmez "şapka" olarak etiketlediği,ancak çocuk gözü ve duyularıyla bakıldığında resmi yapanla aynı kanaate varıldığı türden bir durum bizimkiside...
Resme ya da nesneye hangi açıdan bakarsak bakalım,çocuk dünyasının engin denizlerinde kulaç atmayı bilmeden algılamak mümkün müdür sınırsız,set çekilmemiş,ket vurulmamış hayal güçleriyle yarattıkları herhangi bir objeyi?
Büyüyüp gelişen bedenlerimize inat, un ufak olmuş hayal güçlerimizle,onların uçsuz bucaksız deryalarında boğulmaktan ne alıkoyabilir bizleri?
Velhasıl;biz büyükler aynı çerçeveden bakmayı bilmedikten sonra,tabir-i caizse yırtınsak da idrak edemeyiz onların zihinlerinde yarattıkları keşf-i alemi...

IV.Resim

Neyse daha fazla sıkmadan açıklayayım bu son derece iyi gayelerle ortaya çıkarılmış egzantrik objeyi.

Bu bir KEDİ YATAĞI !!!

Hönkk!!! Nasıl yani? İşte öyle...

Malzemeler:

Birkaç parça zemin döşemesinde yalıtım amaçlı kullanılan "şilte" tabir edilen malzeme(Yeşil olan)
Bir miktar beyaz kağıt bant
Ve istediğiniz renklerde keçeli kalem

Yapılışı:

Parçaları kafanıza göre yerleştiriyorsunuz:)Baş tarafına aynı malzemeden hafif bir yükselti koyuyorsunuz (III.resimde görüldüğü üzere).Bu kısmı yastık oluyor:)Kedinin kafası rahat etmeli dimi ama?
Sonra da istediğiniz renkte kalemle keyfinize göre boyuyorsunuz.
Hepsi bu...

YA,bu "Kedi Yatağı"nı: ) babamlara gittiğimiz bir gün,onların evinin tadilatı sırasında,arta kalan parçaları ele geçirip yaptı.Ardından bana seslenerek:
"Anneee bak ben ne yaptım" dedi.
"O ne oğlum?" diye sorduğumda:
"Tahmin et bakalım" diye cevapladı.
Tarafımca sarfedilen "ıkk", "mıkk", "gak", "guk" efektlerinden sonra
"Ne biliyim oğlum,sen söyle bakayım"  dedim sığ hayal gücümün altında ezilerek.
ve malum cevabı aldım kendisinden:"Kedi Yatağı"
Peşisıra ekledi:
"Anne bir tane kedi alalım mı?Onu burada yatırırız"
"Alırız oğlum alırız..."

Şimdi sıcacık bir evde,cıvıl cıvıl bir ortamda,her türlü atraksiyonun kol gezdiği,yediği önünde yemediğinin arkasında olacağı,üç küçük afacanın etrafında pervane misali döneceği;buna mukabil,hayatı konusunda emniyet garantisi veremeyeceğim,şirin bir kedicik arıyoruz.

Yatağı hazır,bekliyoruz :)

11 Kasım 2011 Cuma

YA'nın Dünyası ve Anne Emeği Yatak Örtüsü

Bir süre önce-sanırım iki ay kadar oldu-, sevgili Sihirli Günce'den esinlenerek,YA'nın yatağının üstünde kullanmak amaçlı örmeye başladığım rengarenk cıvıl cıvıl el emeği battaniyemiz bitti nihayet.
Aslında biteli 2 hafta kadar oldu -belki de daha fazla- fakat bugün yarın derken ancak şimdi yayınlayabildim.
Gören herkes bayılıyor,bakalım siz nasıl bulacaksınız?


Bir kere örmesi çok keyifli.Asla offff demedim bilakis fırsat kolladım elime alabilmek için.Çocukların okula gidişiyle beraber,ortalığı alelacele toplayıp hemen oturdum başına sepetin,ördüm de ördüm...
Öyle ki gittiğim yerlere bile yanımda götürdüm.Kelimenin tam anlamıyla "bütünleştik" yaklaşık 2 aydır onunla.Rengarenk iplerle örülüşü içimi açtı ve beni ona daha çok bağladı sanki.
Terapi gibi resmen.Aldı mı elime,ne dert kaldı ne gam...
Koskoca örtüyü bitirdim,yetinmedim bir de kırlent ördüm üstüne.Hatta gaza gelip bir de acaba stor mu yapsam diye düşünmekteyim şu sıra.
Abartmasam mı acaba?


Elime fotoğraf makinasını almışken,YA'nın odasını da çekeyim istedim.Geleceğe bırakılan bir anıysa bu blog madem,odasını da hatırlamalı çocuk değil mi?


Çok sevmiştim ben odasını seçerken bu mobilyaları.Modoko'da ki onca seçenek arasından,bu sade,iç açıcı ve  kullanışlı modeli beğenmiştim.Abartıdan uzaktı,öyle çok civcivli birşey değildi.İlkokula başlayana dek rahatça kullanabilir diye düşünmüştüm.Odası biraz küçük olduğundan sıkış tıkış olsa da fena sayılmaz yine de.


Sandalyesini emzirme amaçlı kullandım ilk aylarda.Şimdi ise kitap okuma köşesi olarak değerlendirilmekte.Kitaplarımız bu kadarla sınırlı değil elbet,bir kısmı da ikizlerin odasında...


YA odasında pek vakit geçirmeyen bir çocuk maalesef.Daha çok salonda bizimle birlikte olmayı tercih ediyor.
Bu sebeple düzen müzen kalmıyor ortada haliyle.


Odanın duvarlarını süsleyen resimlerin büyük kısmı YA'ya ait faaliyetlerden...Odasında sergilemek hoşumuza gidiyor.Biraz kalabalık görünüp gözümüzü yorsa da,değerlerine paha biçilemez...


Seneye, bize ait olan bu daireyi kiraya verip, YA'nın başlayacağı okula yakın bir semtte ev kiralamayı düşünüyoruz inşallah.Bu kesinlikle daha geniş ve ferah bir daire olmalı.Çocukların odalarında da düzenlemeye gideceğiz o zaman.Çeşitli olasılıklar var kafamda.Oğlanlara beraber, kıza ayrı bir oda düşünüyorum.Ya da YA okula başlayacağı için sakinliğe ihtiyaç duyacağından yine eskisi gibi mi devam etsek diye de düşünmekteyim.Henüz karar veremedim,yaza kadar zamanımız var.Önerilere açığım...


Örtü sahiden de güzel olmamış mı ama yaaa???

Tasarruflar Meyvesini Verdi...

Bayramın 3.cü gününü tamamen çocuklara ayırma kararı almıştık bayram programını yaparken.İlk iki gün ziyaretler gerçekleştirilecek;3.gün çocuklar ne isterlerse ona icabet edilecekti.

Programımızın ilk iki gününe uygun şekilde hareket edip bayramlık ziyaretlerimizi yaptık.Üçüncü gün ise çocukların genel isteği üzerine,epeydir planlayıp,hatta bu istek uğruna gün be gün azimle para biriktirip kısa sürede hedeflenen rakama ulaşmamıza rağmen,türlü sebeplerle uygulamaya geçemediğimiz "Jurassic Land"e gitmeye karar verdik.


Üç çocukla hazırlanıp yola düşmenin pek kolay olamayacağından yola çıkarak,telaş içinde hazırlanmamıza rağmen,ancak 13:30 gibi çıkabildik yola.Trafik feciydi her zaman ki gibi.Bir buçuk saat gibi bir süre de varabildik ancak Forum İstanbul'a.Pendik nereee?,Bayrampaşa nere???Dünyanın bir ucu...


Vardığımızda çocuklar arabada sızmışlardı bile.Güç bela uyandırdık uykularından.Havada açık görünmesine karşın epeyce soğuktu.Rahatsız oldular zorla uyandırıldıkları uykularına soğuk havanın eşlik edişiyle.Apar topar giyinip girdik içeri.


Çok kalabalıktı haliyle.Bayram oluşu ayrıca etkendi böyle oluşuna.Hazetmem böylesi keşmekeşte dolaşmayı.Hele ki üç çocukta eşlik edecekse bana,çok istediğim bir şey bile olsa ucunda, tamamen antipatik hale gelir benim için o gezinti.Ne gezdiğimden birşey anlarım,ne yediğimden ne de içtiğimden.Kaldı ki ne amaçla orda olduğumun ayırdında olayım...


Ama baş koymuştuk bir kere ve onca yolu sabırla katederek varmıştık hedefe.Kalabalık korkutamazdı bizi,Üç çocuğa rağmen hemde!!!


Bir gün önceki kabına sığmaz hallerini referans alıp,başımıza geleceklerden müthiş çekinirken, gayet munis,aklı selim ve uyumlu tavırlarla bizi ters köşeye yatırmaları dumura uğrattı doğal olarak.Ne yapacaklarını kestirmek mümkün değil bu veletlerin vesselam...





Kalabalık ve devasa bir karmaşanın hakim olduğu labirentvari koridorları,gideceğimiz mekanın yön oklarını takip ederek zor da olsa bularak nihayet gişeye adımımızı attık.Biletlerimizi bayrama özel % 30 indirimli almanın keyfini yaşadık.Böylece kumbaramızda başka isteklere sahip olmayı sağlayacak bir miktar para daha kalmış oldu.Bunu duyunca YA'nın mutluluğu görülmeye değerdi.


İçeri girdik nihayet.İlk olarak müze ziyaret edildi.Devasa dinozor kemikleri oldukça ilgilerini çekti.
"Anne bakkk ne kadar kocamann" nidalarıyla belirttiler şaşkınlıklarını."Artık dünyamızda dinozor diye birşey yok değil mi?" diye de korkularının yersiz olduğunu tasdike çabaladılar.



Karanlık mağaralarda dehşete kapılıp birbirlerinin gölgelerinden dahi korktular.


Nasılda ürkek adımlarla inceliyorlar.Sanki arkalarından her an bir tane dinozor çıkagelecekmiş gibi :)




Gördükleri her yeni manzara da şaşkınlık ve ilgileri kat be kat arttı.Tedirginlikleri de aynı oranda...



Canlısını aratmayan yaratıklara dokunarak ve hatta mıncıklayarak gerçek mi? değil mi? diye sınamaya çalıştılar.Yaa gerçek olsaydı :)




Bu kısıtlı alanda dahi kendilerince senaryolar yazarak,bir aşağı bir yukarı,sağa sola her yana koşturup atraksiyondan geri kalmadılar.



Onları en çok korkutanda simülatör araçla birlikte izlediğimiz 3D kısa filmdi.İtiraf ediyorum ben bile tırstım azıcık:)Dinozor saldırılarına maruz kalan zırhlı bir aracın içindesiniz ve dinozorların her darbesinde sağa sola savrulup yerinizden sıçrıyor,ara sıra nefesini yüzünüzde hissediyorsunuz.O kadar sahici yani...RU ve ZE babanın kucağında oldukları halde korkup ağladılar.Çıkmak istedik ama onuda kabul etmediler.Hem ağlarız hem izleriz misali,gerilimden keyif aldılar.YA'da onlar kadar olmasa da ara sıra yüzünü kapatarak ürktüğünün sinyallerini verdi.Aslında bu denli aksiyon barındıran bir film olduğunu bilsem izletmezdim ama neyse..


Çıkışta,rehber eşliğinde dinozor türlerini incelemeye devam ettik...


RU,gördüğü her yeni dinozor türünde bacaklarıma yapışarak göz ucuyla baktı..Yusuf yusuf...



İnceleme bittikten sonra,geziden anı olması için alışveriş standı bulunuyordu.Bizimkiler oyuncak dinozorları tek tek incelediler ve hatta öğrendikleri bazı türlerin isimleri bile saydılar...


Son olarak Dinozor Park...Bu alanda hatıra fotoları çektirip dövmeler falan yaptırıyorsunuz.Ya da kocaman dinozor yumurtalarını satın alıp üstüne istediğiniz resmi yaparak hatıra olarak evinizde saklayabiliyorsunuz.


Biz T-Rex dövmesi yaptırmayı tercih ettik.Mavi üstüne siyah çizgili.Silinmesin diye kollarımızı geriye doğru sıvayıp tüm gün öyle gezdik.Karşılaştığımız herkese gösterdik.Öyle ki,okulda ki arkadaşları görsün diye,o güne dek banyo yapmama pazarlığı bile yaptık...


ZE'de, parkta bulunan dinozorların çıkardığı seslerden ürktüğünden, mütemadiyen kulaklarını elleriyle kapayarak dolaştı...


Jurassic Land hatırası :)



En çok bu uzun boyunlu yaratığı sevdik...







AVM ye girdiğimiz andan itibaren YA'nın ilgisini bu balonlar çekti.Dakkasında "ben buna binmek istiyorum" diye tutturdu.Başta biraz çekindiğimden binmesini istemedim."İçeri girelim belki ilgini çekecek daha güzel şeyler buluruz" diyerek O'nu ikna ettim.Fakat çıkışta yine aynı balonları görünce ısrarla binmek istediğini söyleyince "Peki bir gidip bakalım" dedik.


Önce balonun fermuarlı kısmından içeri giriyorsunuz.Ardından motor yardımıyla balonu şişirip dizboyunu geçmeyen şişme havuzun içine bırakılıyorsunuz.Balona bağlı ip yardımıyla O'nu dışardan siz yönlendirebiliyorsunuz.İçinde kalma süresi 4 dk ile sınırlı.Tehlike barındırıyor olsa da,bu denli istekli oluşuna kayıtsız kalamadım.Çok da pimpirikli olmamak gerek diye düşünüyorum...


Çok da keyif aldı...



Ve çıkış...


Kimi zaman gerilsekte,keyifli bir gündü.Çocuklar mutlu,biz mutlu.

Daha ne olsun...
Related Posts with Thumbnails