30 Ekim 2011 Pazar

Özgürlük Treni...

Özgürlük...
Uçsuz bucaksız semada,alabildiğine hür ve fütursuzca kanat çırpan kuşlar misali bağımsız olmak;
Tüm sorumluluk ve kaygılardan azade,eksenini olabildiğince geniş tutmak;
Zaruriyet değil de,keyfiyete tabi olmak;
Zaman,mekan,durum vb.sorunsalların topuna meydan okumak;
Hesapsızca,plansızca programlar yapmak;
En olmadık kişiden bile medet ummadan,kimseye gebe kalmadan gönlünden geçeni uygulamak;
ve tüm bunları düşünüp"hey gidi günler hey" diyerek içini şişirmeden,olabildiğince şuursuz davranmak...

Esasen insanlığın doğasında her dem var olan lakin belli bir kısmında hükmünü sürüp, yerini başka olgulara bırakan, buna mukabil ilelebet özlem duyduğumuz eşsiz duygu ve onun beraberinde getirdiği nice hazların arkasından el sallıyoruz epeydir.

Evet tren kaçtı; Özgürlük Treni...

Salına salına,tıkır tıkır,ferah ferah, zamana takılmaksızın manzarayı genişçe seyreyleyerek, hayaller kurup o hayallere dahil olarak seyahat ettiğimiz,gençliğin verdiği dirayetle birlikte bedenimizi yavaşça ama farkettirmeden yoran,fakat damağımızda her daim leziz tatlar bırakan,yükü kendimizden ibaret yolculukların baş kahramanı...

Sondan bir önceki seferini yapmak üzere,yaklaşık 6 yıl önce ayrıldı gardan.

İki kişi değildik artık,bir yolcusu daha olacaktı keyifli yolculuğumuzun.Afalladık,ters yüz olduk önce,rotamız bambaşka eksenlere kaydı.Eski düzenimiz ve alışkanlıklarımızla teker teker vedalaşmaya koyulmuşken birden aslında durumun o denli vahim olmadığını anladık.Evet eskisi kadar hareket serbestimiz yoktu; sorumluluklarımız çok ağırdı;programlarımız O'nun rutininin bozulmamasına endeksli idi ve her an abandone olması ihtimali vardı...
Velhasıl,dört başı mamur evlilik hayatımız kökten değişime uğramıştı.Lakin lezzeti bambaşka idi.Şimdiye kadar yaşanmış,tecrübe edilmiş hiçbir edinimle kıyas kabul edilmez bir güzelliğe sahipti ve apayrı heyecanlar getirmişti hayatımıza.

Ve farkettik ki,ruhumuzu,hanemizi,ömrümüzü şenlendiren bu eşsiz varlıkla,eskiye nazaran biraz çetrefillide olsa,kaldığımız yerden devam edebilirdik renkli hayatımıza,üstelik bambaşka renkler dahil ederek...
Varsın hasretini çektiğimiz bir tek konforumuz olsundu...

2 yıl sürdü sondan bir önceki sefer ile yaptığımız enfes yolculuk.Öyle keyifli,öyle sevgi dolu,öyle farklı bir boyuta dahil etmişti ki bizi hayat,daha yapacak çok şeyimiz,kurduğumuz yığınla hayallerimiz varken, boğazımızda koca bir yumruyla kalakaldık aldığımız haberle.Evet istediğimiz birşeydi ama biraz erken davranmıştı gelmek için.Belli ki keyfimize gıpta etmiş,O'da dahil olmak istemişti.Neden sonra öğrendik ki aslında bir değil iki kişi idi sıra da bekleyen.

O dakka anladık ki,bu tren bizim istasyona uğramayacaktı artık.Hem de uzuuunca bir süre...

Son seferini oldukça ihtişamlı bir seremoni ile 3 yılı aşkın bir süre önce, geride tadı damağımızda kalmış bir yığın tatlı anı bırakarak,gözyaşları içerisinde gerçekleştirdi.
Giderken hüzünlü bir gülümseme ile,bir süre sonra tekrar görüşebileceğimizi söylese de,o zaman geldiğinde, ne biz eski biz olacaktık,ne de şartlar aynı kalacaktı,biliyordum.

Şimdi,onun ardında bıraktığı hatıralarla,zaman zaman hayıflanarak,kimi zaman öfkelenerek,bazen dizlerimizi döverek,sıklıkla iç geçirerek devam etsek de hayata,herşeye rağmen her daim şükrediyoruz sahip olduklarımıza.

Geride bıraktıklarımızın hasreti,sahip olduklarımızın kıymetini unuttursa da bazı zamanlar,hatırlatacak bir vesile çıkardığı için şükürleri dilimizden düşürmüyoruz Rabbime...

Başka bir zamanda,bambaşka haletlerde ama hep aynı heyecanla tekrar karşılaşmak ümidiyle...

25 Ekim 2011 Salı

İnsanlık Ölmedi...

Zor günler geçiriyoruz TÜM ULUSÇA;

Dik,güçlü,sabırlı ve metanetli olmayı gerektiren lakin duyulan derin acı ve üzüntülerin beraberinde getirdiği çelişik duygularla zaman zaman sağduyuyu elden kaçırdığımız fakat şartlar ne olursa olsun,dua,inanç ve kenetlenmeyle üstesinden gelinebilecek nice zor zamanlardan geçiyoruz üst üste...

Önce şehitler verdik,derinden sarsıldık,canımızdan can gitti,kahrolduk.Acılarımız tazecikken,peşi sıra doğanın başkaldırılarından biri olan depremi yaşadık.Van 7.2 şiddetiyle sarsıldı ve yüzlerce insanımızı kaybettik.12 yıl önce yaşadıklarımız nasıl acıttıysa canımızı, aynını derinden duyumsadık,duyumsuyoruz.Hava şartlarının kötü oluşu O'nların durumunu bizimkinden daha zor kıldı.Tüm Türk halkı tek yürek oldu var güçleriyle desteklerini gösteriyorlar Van'lı afetzede vatandaşlarımız için.Ne çok şeye ihtiyaçları var şu an...

Ama en çok gereksinim duydukları şey MORAL ve DESTEK.

Biz,ONURLU ve manevi duygularını asla yitirmemiş ŞEREFLİ bir millet olarak;
Kötü durumda olan,acı çeken,yardıma ihtiyaç duyan,destek bekleyen herkese,tüm kalbi hislerimizle sonuna dek destek olmuş bir milletiz.Bu geçmişte de böyle idi,şimdi de böyle,sonsuza dek de böyle devam edeceğine gönülden inanıyorum.

Düşmanına bile zor zamanlarında kapılarını sonuna dek açmış bir milletiz biz,kaldı ki bölmeye parçalamaya çabalasalar da kendi milletimizden mi esirgeyeceğiz desteğimizi,sevgimizi.Bilakis böyle zamanlardır kenetlenmeye vesile olup,araya nifak sokmaya çalışan hainleri bozguna uğratmaya imkan tanıyan.Birkaç kendini bilmez,cahil cühela takımının sarfettiği densizce sözleri tüm ulusa maledip,insanlığın yok olduğu fikrine kapılmak ne kadar adilane?

İyi tarafından görmek lazım her şerri.Rabbim neylerse güzel eyler,kuşku duymamak gerek.Bunca masum insanın ölümünü "İlahi adalet" saçmalığında görmeyip "kenetlenme,bir olma" vesilesi olarak addetmek daha kabul edilebilir bir hale getirmez mi durumu?

Keşke bu acılar hiç yaşanmasa,keşke bu canlar hiç yanmasa,keşke doğusu,batısı,KÜRT'Ü,TÜRK'Ü gönülden bir olup,tüm dünyaya TÜRK'ün eşsiz varlığını tüm azametiyle her daim gösterebilse,

KEŞKE bunun için canlar yitirmeye hiç gerek kalmasa...

KEŞKE...



19 Ekim 2011 Çarşamba

Ateş Sadece Düştüğü Yeri Yakmıyor...

Ülkem kan ağlıyor;ülkem yasta;ülkem sabrını tüketti artık;ülkem çözüm bekliyor ama en vahimi,

ÜLKEMİN ARTIK ÜMİDİ YOK...

Yitirilen canlar,derinden yanan yürekler,tarifi imkansız acılar,teselli fayda etmez yaralar,boşa giden emekler,orta yerine bomba düşen ocaklar,babasız kalan evlatlar,sevdiceğinden ayrı düşen eşler,evlatsız kalan ana-babalar,

ve gençliğinin baharında,bir soysuzun kurşunuyla darmaduman olan hayatlar...

Aklım mantığım kabul etmiyor,dayanamıyorum,içim yanıyor.

Onca emekle,binbir güçlükle,gözümden sakınarak,derdiyle dertlenip,sevinciyle dünyalara sahip olduğum,zerresine zarar gelse uykularımın kaçtığı,içimin titrediği,gözümün nuru evladımı,ne idüğü belirsiz,şerefsiz,soysuz,hain,katiller ordusuna yem etmek için mi yetiştiriyorum ben.

Ne münasebet! Kimin haddine! Ne hakla! Hangi vicdanla!...

???????

Hangi ana-baba dayanabilir bu acıya?

Allah'ım yazmamış ol.Kimseye de yaşatma artık.

Yanmasın daha fazla yürekler,kararmasın ocaklar,yitmesin gencecik canlar..

YETER ARTIK !!!




Bu acıya daha fazla seyirci kalmamak adına,elimizden geleni ardımızda koymayalım.Daha fazla seyirci kalmayalım.Ateş sadece düştüğü yeri yakmasın.Kaybedilen bu vatanın evlatları,bizim evlatlarımız.

Bugünün potansiyel,yarın yüreği yanık şehit analarından olmamak için en azından BURAYA TIKLAYARAK bir parça sesimizi duyurabiliriz.
Seslerimiz birleşsin,çığlığa dönüşsün,uyuyanlar uyansın artık...

Ne yazık ki MUSTAFA KEMAL'im gibi cesur yürekler yok artık...

13 Ekim 2011 Perşembe

Silkelen ve Kendine Gel...

Şükür ve Huzurun Resmi...
Huzursuzum,keyfim yok.
Tadımı kaçıran sorunlar var;öyle ki boğazlandığım hissine kapılmama sebep olacak kadar.Evden dışarı çıkasım yok,kaptırmışım kendi iç dünyama, sürüklenmiş gidiyorum. Sıkıntılarım yüzüme yansıyor, her yanımda kırmızı sevimsiz lekeler belirdi.Saçım başım darmaduman, aynalara küsmüş gibi.Çok büyük içinden çıkılmaz bir derdim mi var?Yooo,yok Allah'a binlerce şükür. Mevsimin getirdiği hüzün bulutları bende ki.Ama asıl sorunu biliyorum; koşar adım kaçmak istesem de,aslında yüzleşmek ve çözüm üretmekle üstesinden gelinebilecek sorunları içinden çıkılmaz hale getirdiğimin farkındayım.

Ne mi beni bunca yoran,geren,buhrana sürükleyen sıkıntılar?

Evde ki kargaşa ortamı,her an bir yere yetişmeye çalışıyormuşçasına panik halinde koşturmacalar, tahammülsüzlükler, asabiyet nöbetleri,birbirimizin sesini bastırmak için yarışırmışcasına çığırtmalar, çıldırmalar, sabırsızlıklar,kıla tüye öfkelenmeler,hatta öfkeden gözü dönmeler falan da filan...

Topu topu 3 saati evde bizimle geçen,bizi özleyen,bize ihtiyaç duyan,bizden ilgi bekleyen,tek kusurları (kusur değil elbet) çocuk olmanın getirdiği hareketlilik ve heyecanlarını kontrol edememek olan masum sabilere,bazı zamanlar,fazlalıklarmış,hayatımızı kabusa çeviriyorlarmışcasına acımasız,önemsiz ve değersiz davranmak çok acıtıyor canımı.

3 çocukla yaşamak elbette kolay değil,ama bu kadarcık sabır göstermek çok mu zor?Değil elbet,lakin onları anlamak,onların dilinden konuşmak,isteklerine şikayetlenmeden sabırla cevap vermek,kargaşa ortamını tolere edecek sağduyuyla yaklaşmak,sükuneti muhafazaya zorlamak,müşfik birer ebeveyn olmak her zaman mümkün olmuyor ne yazık ki.

Ne denli hareketli olurlarsa olsunlar,yahut inatlaşmalarla,birbirlerine sataşmalarla,birbirlerini tetikleyen isteklerle,ayak diremelerle,sebepsizce ortalığı ayağa kaldırmalarla,ağlama nöbetleriyle vs...bizi fazlaca bunaltsalar da,neticede çocuklar ve aslında  onları idare etmek aslında kafamızda büyüttüğümüz denli zor değil.Fakat biz en kolay olanı seçip hoyratça onları harcıyor,kırıyor dahası mutsuz ediyoruz.En acısı zamanla yaptıklarımızı kanıksayıp düzeltmeye gerek bile görmüyoruz.Offff daha çok daraldım...

Tüm gün okuldalar.Akşama kadar hakim olan sükunetle kendimi yeniliyor,deşarj oluyorum ve her seferinde geldiklerinde uyuyana dek sonsuz sabır göstereceğime dair sözler veriyorum.Eve geldiklerinde her defasında gülen yüzleriyle cıvıl cıvıl kapıdan girişleri beni mest ediyor.Ardından ayakkabılarını çıkarana dek ayaküstü iki kelam ediyoruz.Hoşgeldinizler,gününüz nasıldılar,öpüşmeler,sarılmalar,yaptıkları faaliyetleri heyecanla göstermeler falan filan.Ardından el yüz yıkama hatırlatmaları yapılıyor -ki bu fitili ateşleyen ilk hamle anlamına geliyor.Bir kez,iki kez,üç kez...cık,herkes kendi aleminde...İlk ses burda yükseliyor.
"Derhal banyoya!!!"
Sızlanmalar eşliğinde banyoya gidiliyor,eller yıkanıp üstler değiştiriliyor.Bu sırada yaşanan kargaşa gerginliğin dozunu artırıyor.Peşisıra yemek faslı.Offffff en zoru.Büyümelerini en çok bu nedenle istiyorum sanırım.Büyüsünler ve yemek konusunda ne halleri varsa görsünler(o zamanda böyle demeyeceğime eminim).Yemek yerken kaç kez hadi dediğimi saymam olanaksız.Tabak kavgaları,çatal kaşık kavgaları,"ondan yemeyeceğim,şunu sevmiyorum,yaşım kadar yemek istiyorum" diretmeleri,birbirleriyle didişmeleri gerilimi daha da tırmandırıyor.Meyve faslı ha keza...
Yemek bitince bir süre beraber oynayalım diyoruz, lakin bu aralar fazlaca hakim olan didişmeler neticesinde ya Neco'nun ya da benim oyunu terkedişimizle oyun faslı da gergin bitiyor.
Neco demişken;
Bir zamanlar engin sabrından ötürü hayranlık duyduğum müşfik babanın yerini,şimdilerde dikenli telvari bir adam aldı ki ,bu da beni üzen bir diğer detay.En çok O'ndan destek kuvvet alırdım oysa ki...
Şimdilerde umumiyetle bağırıp çağıran,çocukların sorularına üstünkörü cevaplar veren,taleplerini offff poffflarla yerine getiren,en acısı üzüntülerini görmezden gelen tahammülsüz bir baba görüyorum karşımda ve bu beni gerçekten çok üzüyor.Tamam O'da çok yoruluyor,eve nefes alabilmek için geliyor,hayat zaten başlı başına stresler yumağı fakat çocukları bu çarka dahil etmek ne kadar anlamlı?

Yaptığımız en büyük yanlışlardan biri de,birbirimize çocuklarla ilgili konularda onların yanında çemkirmek.Ben elimden geldiğince dirayet göstermeye çalışıyorken O'nun en ufak taşkınlıkta sabrının taştığını görünce istemeden de olsa müdahale etme gereği duyuyorum.Çok yanlış biliyorum,asla da tasvip etmediğim birşey fakat bazı zamanlar kendimi tutmakta zorlanıyorum.

İstiyorum ki,kargaşa ortamı yaratılmasın,
İstiyorum ki,sükunetle karşılık verilsin her tutuma,
İstiyorum ki,çocuklar doğru davranışlarımızla bizi örnek alsınlar,
İstiyorum ki,mutluluk cıvıltıları yükselsin evimizden,
İstiyorum ki,vicdan azapları içimizi bir kurt gibi kemirmesin,
İstiyorum ki çocuklarım bizim gibi ebeveynlere sahip olmaktan ötürü mutluluk duysunlar,
İstiyorum ki,başımı yastığa koyduğumda huzurla uyuyayım,

Ama en çok...

İstiyorum ki,çocuklarım başlarını yastığa koyduklarında huzurla uyusunlar.

Silkelenip kendine gelme vaktidir.

12 Ekim 2011 Çarşamba

Üzülme!!!

Kaynak:Google Görsel
"Üzülme!
Bir yandan korku,bir yandan ümidin varsa,iki kanatlı olursun.
Tek kanatla uçamazsın zaten.
Üzülme!
Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil tozu almaktır.
Allah sana sıkıntı vermekle tozunu kirini alır,
Niye kederlenirsin,üzülme!
Taş taşlıktan geçmedikçe,
Parmaklara yüzük olamaz.
Yüzük olmayı dileyen taş,ezilmeyi,yontulmayı göze almalıdır."
                                   Mevlana

Bu hazine ederinde sözü,bir arkadaşım cep telefonuma mesaj olarak gönderdiğinde,tam da böyle bir teselli ve avuntuya ihtiyacım vardı.Allah halimi görmüş ve bir vesile ile bana bu mesajı göndermişti sanki.

Öyle gergin,öyle yıpranmış,öyle bitik,öyle çaresiz bir halde idim ki,okudukça okudum,içime sindirdim,beynime kazıdım,yüreğime nakşettim her kelimesini.
Aklımdan çıkmaması,her ihtiyaç duyduğumda kendini hatırlatması,isyandan imtina edip,doğru yoldan uzaklaşmama sebebiyet vermemesi için de altını kalın çizgilerle çizdim.

Sizde zamanı gelince okuyun ve aklınızın ve kalbinizin bir köşesine kazıyın bu altın gibi değerli sözleri yavrularım.Öyle ki,inancınız ne denli güçlü olursa,ayaklarınızda o denli sağlam basar.
Hayata karşı hep güçlü durun,hiç eğilmeyin,umudunuzu asla yitirmeyin,hep inanın ve asla pes etmeyin;
daha önemlisi,daima şükredin,hep şükredin.

Verdiklerinden ve dahi vermediklerinden ötürü...

Aile olmanın,kardeş olmanın,arkadaş olmanın,dost olmanın,eş olmanın,evlat olmanın dahası insan olmanın değerini ve sorumluluklarını bilin,erdemlerini yüreğinizde taşıyın.Doğru bildiğiniz yoldan ayrılmayın;yanlışlara,haksızlıklara duyarsız kalmayın.

Asla isyan etmeyin.İsyan en kolay kaçıştır,acizlerin işidir.
Ne size,ne duruma,ne mutsuzluğunuza,ne de çözüme bir faydası vardır;bilakis durumunuzu daha içinden çıkılmaz hale getirir,çözümsüzleştirir,batağa saplayıverir, umutlarınızı köreltir,inancınızı yitikleştirir.
Zor olanı seçin yavrularım;
Dik durun,çözüm üretin,inancınızı yitirmeyin,durumu fırsat belleyin...
Her zor durumun bir sınav olduğunu ve sizin,doğru adımlar atarak,her sınavdan daha güçlü çıkacağınızı unutmayın.
Bu,ömrü umumiyetle acziyetler içinde kıvranarak geçmiş annenizin,naçizane sözlerine kulak verin;

En büyük zafer,pes etmemektir;
Asla pes etmeyin...

10 Ekim 2011 Pazartesi

Sonbahara Serzeniş...

Sev-mi-yo-rum...

Evet sahiden sevemiyorum bu mevsimi.

Bir kere gözümü açar açmaz,karanlık ve kasvetli bir hava karşılıyor beni.Daha güne başlarken içimi bir karamsarlık,hüzün ve can sıkıntısı kaplıyor.Ne yataktan çıkasım geliyor,ne kahvaltı hazırlayasım,ne çocukların ihtiyaçlarını gideresim ne de herhangi bir iş yapasım.

Bu havaya yakışan tek bir şey var zannımca:UYUMAK

Sımsıcak battaniyeye sarılıp,yataktan çıkmadan saatlerce uyumak.Çocukları okula gönderdikten sonra tabi...

Belki sonrasında,içimden gelirde yataktan kalkmaya mecalim olursa,battaniyemi omuzlarıma alıp kendime bir kahve hazırlayarak,camın kenarına geçip kitap okumak tek ilgi çeken ve yakışan eylem olur bu kasvetli havaya... 

Kitaba mola verince,1 ay önce Sihirli Günce'den esinlenerek başlamış olduğum örgü battaniyeyi (Ayrıca bir post yayınlayacağım bu battaniyeyle ilgili) örmek,dağıtabilir içimdeki mevsimin getirdiği tüm negatif hisleri...

Söz konusu battaniye...

Öyle keyifli ki bu battaniyeyi örmek;sahiden de kafamda beni üzen yoran ne varsa, bununla meşgul iken hepsinin üstü örtülüveriyor bir anda.Elimden bırakana dek rafa kaldırılıyor tarafımca...

Bu mevsime duyduğum nahoş hislere sebebiyet veren en önemli bir diğer konuda:
Giysi mübadelesi...
Yazlıkları dertop et,kaldır;baharlık,kışlıkları gün yüzüne çıkart.

Efil efil,yerden tasarruf sağlayan,yıkaması,kurutması,ütülemesi kolay hacmi küçük parçaların yerini,kat kat,hantal,dolaplara sığmayan her detayı ayrı işkence giysilerin alması da içimi ayrıca daraltmaya yetiyor.

Çocukları kat kat giydir;acaba üşür mü,terletir mi? diye endişe et;ev de kaloriferleri yakmaya başla;terliksiz,ayakkabısız gezinme;gece üstleri açık mı diye defalarca kez uyan kontrol et vs vs vs...

Hastlalıklardan hiç söz etmeyeyim bile...

Nesinden keyfe geleyim ki ben şimdi bu mevsimin?

Yazmak bile gelmiyor içimden sırf bu haletten sebep...

Velhasıl sevmiyorum işte sevemiyorum...

7 Ekim 2011 Cuma

Kendin Pişir,Kendin Ye...

Harıl harıl para biriktiriyoruz bugünlerde...

Neden mi?

Bir süre önce,çocuk kanallarının birinde reklamını gördüğümüz,çocukların da epeyce ilgisine mazhar olan,peşi sıra,gidenlerin de tavsiye edişiyle birlikte bizim de kararını verdiğimiz, "Jurassic Land" adlı dinozor parkına gidebilmek için.

YA "anne biz de gidebilir miyiz oraya?" diye sorduğunda,
"Tabi ki gideriz oğlum,ama giriş ücretlerini siz ödeyeceksiniz" dedim.
"Tamam" dedi büyük bir keyifle...
Bende hemen ilgili siteyi bulup giriş ücretlerini öğrendim.Ulaşılması gereken rakam 64 TL idi.Hedef rakam çocuklara iletildi ve çocuklar hedefe azimle kilitlendi:)
Elbette parayı biz ödeyip,tez elden yolunu tutabilirdik parkın,
Lakin istedim ki,
Kendi çabalarıyla amaçlarına ulaşmanın,hazzını,tatminini ve gururunu yaşasınlar.
Hiçbir şeyin,emek sarfedilmeden,kolayca edinilmeyeceğinin ayırdına varsınlar.Bununla birlikte,tasarruf etmenin faydalarını da idrak etsinler; ve pek tabi,sabretmeden selamete ulaşamayacaklarının bilincine varsınlar.
Sonunda gayelerine ulaştıklarında,bu onların bir sonraki hedefleri için teşvik edici olsun...

Şimdi,büyük bir zevk ve heyecanla,hergün birer ikişer atıyorlar paralarını kumbaraya.

Giriş ücreti bir çocuk ve iki yetişkin için: 64 TL.
0-4 yaş ücretsiz.İkizler için bedava bu durumda.
Epeyce birikti;onların yanında açmıyorum kumbarayı,nitekim açıldığını bildiklerinde(daha önce ki tecrübelerimize dayanarak),sürekli açıp saymak istiyor ve bu esnada kaybedebiliyorlar bir kısmını.

Şu an için son durum : 57 TL

Mutlu sona çok az kaldı yani...

6 Ekim 2011 Perşembe

Yeni Başucu Kitabımız...

Salı günü alışveriş için dışarı çıktığımda,YA'nın da bir kaç eksiğini tamamlamak için bir kırtasiyeye girdim.
O sırada,O'nun çok ilgisini çekeceğini düşündüğüm bir coğrafya atlası ile karşılaştım.İçinde fiziki ve beşeri dünya ve Türkiye haritaları,okyanuslar,karaların ve denizlerin dağılımı,volkanik dağlar,nehirlerin uzunluğuna göre sıralaması,dağlar,göller,dil ve din gruplarının dağılımı,bitki örtüleri,karayolları vs vs....gibi bilgilerin yanı sıra,tüm dünya ülkelerinin bayraklarını gösteren bir tablo da mevcuttu.

Bu atlasın,fazlasıyla ilgisini çekeceğine emindim oğlumun.Hemen edindim pek tabi.

Okuldan döndüğünde O'na,kendisinin çok ilgisini çekeceğini düşündüğüm bir sürprizim olduğunu söyledim.
Meraklı ve heyecanlı gözlerle,
"Ne aldın bana anneeee?" diye sordu.
Eline verdiğimde,önce yeni bir hikaye kitabı daha aldığımı düşündü.Dört tane de yeni hikaye kitabı edinmiştim ayrıca ama öncelikle ilgisini atlasa çekmek istedim.

Beklediğim gibi müthiş alakadar oldu atlasla.Tüm akşam sayfalarını tek tek inceleyip,bana sürekli sorular sordu.Bende büyük bir zevkle cevapladım bütün sorularını.Hemde unutulmuş bilgilerimi tazelemiş oldum sayesinde.
Bayrakların epey kısmını zaten biliyor olması inanılmaz şaşırttı beni.
"Nereden biliyorsun sen bunları annecim?"diye sorduğumda,
"Biliyorum işte" diye hafif ukala bir cevap verdi.

PES 2010 adlı futbol oyunu pek seviyor,burada da dünya ülkelerinin maçları falan yapılıyor.Her ülkenin isminin yanında da ülke bayrakları bulunuyor.Muhtemelen buradan öğrendi diye düşünüyorum.
Bilgisayar oyunlarının,ara sıra faydalı yanları da oluyormuş elbet...

Yanardağlar öncelikle ilgisini çeken konu oldu.Denizler,okyanuslar,kanallar,nehirler ile ilgili yığınla soru sordu.O'nun bu bilgiye aç,meraklı yanı beni çok mutlu ediyor.Hep böyle olmasını ümit ediyorum.

YA'nın huyudur;
İlgisini çeken,hoşuna giden,merakını uyandıran,çok sevdiği objelerini(bu bir kitapta olabilir,satranç taşı da) ilgisi kaybolana dek başucundan ayırmaz,hatta onunla yatar.
Öyle ki;uzunca süre satranç oyunundaki "vezir" taşı ile uyumuşluğu vardır.Hele kitapları hiç ayırmaz yastığının yanından.Ömrü boyunca da ayırmaz umarım.
Bir ara,bahçede bulduğu ne idüğü belirsiz küçük plastik bir tüple günlerini geçirmiş,onunla türlü çeşitli deneyler yapmış (tuz,su,deterjan karışımları vs ) yetinmeyip,kıymetlilerini oturttuğu baş köşesindeki yerinden o da nasibini almıştı.

Ne enteresan şu çocuklar,ne farklı bir dünyaları var.Keşke onların pencerelerinden bakabilsek hep hayata...

Neyse efendim;
Bizim son favorimiz olan "Coğrafya Atlasımız" da,başucu kitabımız oldu iki gecedir.Yetmedi,okula götürdü, "arkadaşlarıma göstereceğim" diyerek.Çok sevdi vesselam.

Bende bu atlası almakla,ne iyi bir iş yaptığımın hazzını yaşadım sonuna dek...
Related Posts with Thumbnails