30 Aralık 2011 Cuma

Eski Yılı Uğurlama,Yeni Yıla Merhaba...

Zaman çok hızlı geçiyor.Kimseyi takmadan,ardına bakmadan,olanca hızıyla.
Bir yıl daha bitiyor;daha dün gibi oysa 2011 den beklentilerimizi sıralayışımız,2010'u uğurlayışımız.
Her yıl bir öncekine göre daha çok şey katıp bir o kadar da eksiltiyor olsak da, önemli olan yüzümüzden gülümseme,gözlerimizden ışık,kalbimizden heyecan,vücudumuzdan esenlik,hanemizden huzur eksik olmadığı sürece varsın geçsin yıllar,varsın her gün birer ikişer eklensin saçlarımıza aklar,varsın çoğalsın yüzümüzdeki kırışıklıklar...
Ne de olsa hepsinde yaşanmışlıkların izleri var...

Yıllar geliyor,geçiyor.Biz insanlar hep,
Gülüyor,ağlıyoruz;kızıyor,yumuşuyoruz;kin tutuyor,affediyoruz;hastalanıyor,şifa buluyoruz;kimi insanlarla yollarımızı ayırıyor,yepyeni şahane insanlar tanıyoruz;kazanıyor,kaybediyoruz;mutluluğun doruklarında gezinip,dibe vuruyoruz;fırtınalar yaşayıp,ılıman iklimlere dümen kırıyoruz;öğreniyor,öğretiyor,unutuyoruz; hatalar yapıp,dersler çıkarıyor telafi ediyoruz;isyan ediyor,şükrediyoruz;seviyor,seviliyoruz; doğuyor,ölüyor,ne yazık ki öldürüyoruz;savaşıyor,barış istiyoruz;
Ama en önemlisi nefes alıyoruz...
ve her yeni doğan güne ümitlerimizi yeşertiyor,bahşettikleri için yüce Yaradan'a şükrediyoruz...

Başımıza gelen iyi ya da kötü her şeyde bir hayır vardır diyerek şükredebilmek gibisi var mı?
Keşke dilimizden ve gönlümüzden hiç düşmese..
Bu vesile ile sevgili Dijital Günlük ve Nilhancığımın mimlerine cevaben yeni yıl için 12 dileğimi de sıralamış olayım...

1.İyi ya da kötü her şeyde bir hayır vardırdan yola çıkarak,her şartta her şeye şükredebilmek ilk ve öncelikli dileğim.
2.Her durumda,özellikle çocuklarıma karşı,engin hoşgörü ve sonsuz sabır diliyorum.
3.Tüm aileme,sevdiklerime,dahası tüm insanlığa huzur,esenlik,başarı,barış,kardeşlik ve mutluluk diliyorum.
4.Tüm ihtiyacı olanlara hayırlı bereketli kazançlar diliyorum.
5.Tüm dünya çocuklarına huzur içinde yaşayacakları bir yuva,kardeşce duyguların hüküm sürdüğü bir dünya,mutluluk,sağlık ve başarı dolu bir hayat diliyorum.Her çocuğun gözlerinde hüzün değil,mutluluk pırıltıları görmek istiyorum.
6.Kendi adıma ve benim gibi dileyen tüm insanlara hayırlı bir iş diliyorum.
7.Rabbimin afetlerden,yıkımlardan,katliamlardan,cinayetlerden,tecavüzlerden!!!,şiddetten,kazadan beladan,dermansız dertlerden bizleri sakınmasını diliyorum.
8.Daha büyük bir ev diliyorum:)
9.Çocuklarımın eğitimleri için en hayırlı olanın gerçekleşmesini diliyorum.
10.Sevdiklerimin hep yanımda olacağı neşe dolu günler diliyorum.
11.3 yıldır hasret kaldığım keyif dolu bir tatil diliyorum.Evet evet çok diliyorum:)
12.Neco'nun işlerinde bereket ve hayırlı kazançlar diliyorum.

Son olarak amin diyen herkesin tüm dileklerinin gerçekleşmesini diliyorum:)

Bu da YARUZE ailesinin tüm dostlarına yeni yıl hediyesi:)

















Not: Az önce bir kargo aldım.Şaşırdım,birşey beklemiyordum çünkü.Gönderen kısmına göz attım hemen.Ve inanamadım.Bir kaç gün önce mailleştiğimiz bir blog dostundan geliyordu.Üstelik çok yeni tanışmıştık.Pınarcım sana gerçekten inanamıyorum.Öyle mutlu ettin ki beni tahmin bile edemezsin.Nasıl bir insansın sen öyle.Dünyada hala böyle insanların var olduğunu bilmek muhteşem bir duygu.Yüzümdeki tebessüme sebep olduğun için nasıl teşekkür etsem sana bilemedim.Şimdilik buradan en taze duygularımı iletmek istedim ama gerisi gelecek bekle;)
Harikulade hediyelerin,nazik kartın ve içten dileklerin için binlerce teşekkürler.
Öperim yanaklarından...
Yeni yılın pek şahane geçeceği ayak seslerinden belli,çok şükür...


29 Aralık 2011 Perşembe

Etme Bulma Dünyası...

ZE'ciğimin elinden ördeği...
İnsanoğlu ne tuhaf;
Ya da şu annelik halleri ne tuhaf mı demeliyim?Yo yo eminim babalar da böyle hissederlerdi?Nitekim akşam beraber geçirdikleri hepi topu 2-3 saatlik sürede bile "uyusalar da rahat etsek" diye gözlerinin içlerine baktıklarına göre O'nlar da bizlerden pek farklı değildir diye düşünüyorum.

Neden mi bahsediyorum?
Sabah çocukları okula gönderip kapıyı kapadıktan sonra derin bir ohhhh çekişimin çelişkisinden.


Sahiden,öyle bir şey ki bu;hem akşama değin tamamen kendine ait bolca vaktin olacağından bulunmaz bir nimet gibi duyumsarken,aynı zamanda "nasılda bencil bir anneyim ben,O'nların bakımını başkalarına emanet edip kendi keyfimin derdine düşüyorum" u düşündürten histerik bir duygu haline dönüşebiliyor.

O denli karmaşa halinde geçiyor ki sabah uyanıştan evden çıkışa kadar geçen süre,başka türlü düşünmem, her şey toz pembe,çocuklarla vakit geçirmek ne de şahane gibi riyakar cümleler kurarak kendimi ve dahi başkalarını kandırmam mümkün değil.
Temposu öyle ağır ki bu iki saatlik mesainin,böyle düşünmem çok da abes olmasa gerek.


Şöyle ki;
Sabah 08:30 gibi kalk.Güne hayırla başlayıp,öyle de devamı için dua et,
Yüzlerini yıkamaya ikna et,ikna olmadılar tehdit et,banyoya girdiler birbirlerine sataşmalarına müdahale et,ortalığı havuza çevirmelerine veryansın et,güç bela soktuğun banyodan aynı meşakkatle çıkmalarına sabret,kahvaltıda sandalyeyle başlayıp,yumurtalıkla devam eden,tabakla süregidip,kahvaltılıklarla takip eden binbir türlü kapışmalarına mukavemet et,ahtapot misali 8 kola eşdeğer 2  kolla,3 çocuğu senkronize biçimde lokmaları ağızlarına sokarak doyurmaya dirayet et,lokmaları ağızlarında tutmamaları için periyodik olarak tembih et,işe yaramadı münakaşa et,en olmadı tehdit et,bardaklarındakilerin dökülmesi ihtimaline karşı ikaz et ve tüm bunların sonunda bu sofradan aklı selim bir biçimde kalkabilmeye niyet et,peşisıra dişlerini fırçalamalarına eşlik et,bu esnada yaptıkları taşkınlıkları bastırmaya gayret et,pijamalarını çıkarıp katlamalarına ikna et ve bunları yaparken ki zıvanalıklarına feveran et,seçtiğim kıyafetlere bahaneler bulup giymek istemeyişlerini hazmet,sağa sola kaçışan çocukları kapı önünde toplamak için sebat et,ayakkabı mont giyme seremonisi esnasındaki kurtlu hallerine isyan et;
Herşeye rağmen,çıkarken güleryüzle,öperek,kucaklaşarak, sevgiyle ve duayla uğurlamaya dikkat et...

ve haliyle tüm bunların ardından kapıyı örtünce geriye kalan sükunete şükret...

Tüm bunların üstüne böyle hissetmem normal değil mi?


26 Aralık 2011 Pazartesi

Berbat Bir Pazar Gününün Anatomisi...

Dün sabah gözlerimi açtığımda gergin bir günün beni beklediğine dair ilk sinyaller verilmeye başlanmıştı bile.Evin küçük erkekleri uyanmış-belli ki mühim işler peşinde,koridorda koşar adım voltalarını atmakta idiler.
Uyumak istiyordum.Yatak beni olanca gücüyle kavrıyor,sıcacık koynuna şehvetle basıyor,bende bu tutkunun gönüllü esiri oluyordum hepten.Birazcık daha sürsün istiyordum bu karşılıklı arzuların hüküm sürdüğü enfes fantezi.Hepi topu haftada bir gün değil mi ki böylesi vuslatlar,azıcık uzatmanın ne zararı var.

Bu duygular içerisindeyken,biraz daha yavaş olmaları konusunda yaptığım uyarı pek işe yaramadı.Paldır küldür koşturmalarına yüksek sesle birbirlerine seslenmeleri de eklenince,yatak azıcık diken kıvamına gelmeye başladı nazarımda.Ardından YA'nın odasına geçtiler ve yere bir takım nesneler atmaya başladılar.Sinirlerim iyice gerilmişti artık.Yatakla vedalaşıp tüm hışmımla kalktım ve doğruca odaya yöneldim.Gördüğüm manzara karşısında tüm uzuvlarım alarma geçmişti bile.YA komidinin üstüne çıkmış,raftan kitaplarının neredeyse tümünü yatağının üstüne,yerlere olanca geniş bir biçimde yaymış ve bunu yaparken rafa tüm ağırlığıyla yüklenmiş olacak ki duvara monte edildiği yerden basbayağı ayrılmış,düşmesine ramak kalmıştı.
İnsan gergin başlayınca güne,herşey üstüne üstüne gelir ya bana da gelenler geldi ve avazım çıktığınca bağırmaya başladım;öyle ki 6.kattaki komşumun bile sesimi duyduğuna eminim.RU sesimdeki dehşeti hissedince uyanık davranıp hemen kendi odasına kaçtı,garibim YA ise sindi olduğu yere ve annesinin sergilediği çirkef manzaranın sona ermesini diledi tüm kalbiyle.Ama yok,anne öyle kolay pes eder mi? 

Kendime engel olmakta güçlük çekiyordum.Defalarca kez kitaplarını sağa sola atmamaları konusunda uyarmama rağmen hala aynı şeyi yapıyor olmaları beni çileden çıkarmıştı.Üstüne üstlük rafı yerinden neredeyse sökülecek duruma getirmeleri gerginliğimin dozunu epey artırmıştı.Ama en fecisi sanırım tüm bunların sıcacık yataktan çıkmak zorunda kalmama sebep olmasıydı.Ne olurdu daha sakin oyunlar oynasalardı dimi ama:(
Delirdikçe deliriyor,daha fena şeylere sebep olmaktan müthiş bir dirayetle alıkoyuyordum kendimi.Popolarına iki tokat atıp çıksam ve böyle iğrenti uyandıran sahnelere meydan vermesem daha evlaydı.O rezil ses tonuma eşlik eden mimiklerimin ne denli  mide bulandırıcı ve ürkütücü olduğunu YA'nın yüzünde ki yansımamdan gayet net anlıyor fakat sanki bundan müthiş bir haz alırmış gibi gittikçe canavarlaşıyordum.O ise karşımda bir zavallı gibi sindikçe siniyor sadece arada "ama ben kitaplara bakmak istiyordum,kardeşime okuyacaktım" diyebiliyordu.Asıl zavallı bendim bu manzara karşısında;o an bilmiyordum.

Esip gürleyip,bir yığın tehditleri ardı ardına sıraladıktan sonra hırsımı hala alamamış bir halde geçtim banyoya.Belli ki bugün çok zor bir gün olacaktı.Daha başından dar etmiştim hem kendime,en fenası güne mutlu mesut başlayan cümle sabiye...

O denli gerilmiştim ki,daha günün başlangıcında geri kalan kısmına dair en ufak bir heves zerresi kalmamıştı içimde.Ne kahvaltı hazırlamak istiyordum,ne evle meşgul olmak,ne dışarı çıkmak,ne de çocuklarla ilgilenmek.O noktadan sonra yapabileceğim ve yapmak istediğim tek şey,bunca gerginliğin müsebbibi olan baştan çıkarıcı yatağıma geri dönüp yorganı kafama çekerek akşamı etmekti.Ama maalesef bu hiç mümkün değildi bilakis gidip hoyratça birbirine katıp savaş alanına çevirdiğim,darmaduman ettiğim kalplerin döküntülerini toplamalı,ferini söndürdüğüm gözlerin ışıklarını tazelemeliydim.

Zoraki bir hamleyle girdim mutfağa ve her pazardan farklı olarak gayet özensiz bir biçimde hazırladım kahvaltıyı.Yüzlerden gerginlik net bir biçimde okunuyordu,herkes suspustu.Bu halde bitirdik kahvaltıyı ve ortalığı toplamaya koyulduk.Ben mutfakla ilgilenirken Neco rafı yerinden sökmüş duvarda oluşan koca delikleri alçıyla kapamaya çalışıyordu.İşleri az biraz yoluna koyduktan sonra dışarı çıkmaya niyetlendim.Aslında tiyatro planımız vardı fakat sabah ki nahoş durumdan sonra uzunca süre toparlanamadığımızdan geç kalmıştık 12:00 deki gösterime.Netten başka oyunları araştırdım fakat ya çok uzaktı mesafe ve 15:00 te ki gösterime de yetişemeyebilirdik ya da bilet tükenmişti.Kalan tek bir alternatifte 13:30 da Kartal Sanat Tiyatrosundaki gösteriydi ona da yakın olmamıza rağmen yetişmemiş mümkün değildi.Saat 13:10 civarı idi ve 20 dakika da evden çıkmamız ancak mucize olurdu.Bu iş de beni hayli gerdi.Niyet edip de yapamadığımda bir şeyi feci bunalırım nitekim.Plansızlığıma,iş bilmezliğime söylendim de söylendim.Yatakta öyle mayışıp kalmasam ne onca aksilik yaşanacaktı,ne çocuklar derbeder olacaktı ne de program aksayacaktı.Velhasıl kabahatin büyüğü bendeydi.

Çocukları hazırlarken daha,onca gerilmenin neticesinde kendimi tonlarca yükün altında kalmışcasına yorgun ve keyifsiz hissediyordum.Çatacak yer arıyordum kısaca.Adres belliydi:Neco...
Ben bunca uğraş verirken bozulan morallerimizin tamiri için,O'nun öyle umursamaz,kendi havasında,etliye sütlüye karışmayan hali delirtiyordu beni.Bir hafta da kendi gayret gösterse,günümüzün keyifli geçmesi adına planlar yapsa,bizi yüreklendirse,bana moral depolasa,benim uğraş verdiğim gibi O da çabalasa benden mutlusu olmayacaktı.Lakin O'nun bu sevimsiz ve köhne görüntüsü zorla ayakta tutmaya çalıştığım enerjimi, yaşama hevesimi yerlerde süründürüyordu kelimenin tam anlamıyla.

Üç çocuğu giydir,giydirirken tümüyle cebelleş,nazıyla,niyazıyla kaprisiyle uğraş,en nihayetinde hazır et,beyefendi hala otursun gazete okusun.Sonrasında keyfi yetip de yerinden kalksın bir pantolon geçirsin bacağına,iki dakkada kendi işi bitince de başlasın "hadi" leri sıralamaya.
"İki saat hazırlanamıyorsun,makyaj yapmasan ne olur,hep seni mi bekleyeceğiz" şeklindeki çileden çıkartıcı bir yığın cümle karşısında ne söylenebilir ki.Bir de "ne yapıyorsun sanki" demez mi? işte fitili ateşleyen cümle de o oldu günün devamında.
ZE'yi giydirmiştim güç bela -ki gönlünü edememiş,istediği abuk nesneyi giymesine izin vermediğim için çığrından çıkmıştı.O'nun bu hallerinin verdiği artı gerginlikle doğruca Neco'nun yanında aldım soluğu.Verdim veriştirdim."Ne yaptın sanki" cümlesi bittiğim andı ve herşeyi bırakıp doğruca odama yöneldim.Uzandım yatağa ve bitirdim günü kendi adıma."Çocuklar olmasaydı keşke" diye geçirdim içimden.Onlar varken böylesi olumsuzluklar kat be kat üzüyor daraltıyor beni.Kendi başıma o vaziyette aç susuz akşamı ederdim belki ama çocuklarla olmuyor işte olmuyor.Kahrolsanda dik durman gerekiyor ya ,işte o beni mahfediyor.

Giydirdi çocukları,ben de çocukları üzmemek adına kalktım ve çıktık dışarı.Günün devamında ne ben konuştum ne de O.Önce parkta vakit geçirdi çocuklar fakat hava buz kestiğinden AVM de aldık soluğu.Kitapçı gezdik,yemek katına çıktık,çocuklar yedi ben somurttum.Jetonlu oyun salonuna gittiler babalarıyla beraber.Ben yalnız başıma insan selini izledim.Oldukça kof,sıkıcı,berbat bir gündü.Kalktık geldik sonra.RU ve ZE uyudu yolda.Yol boyu sustum.Ya bir ara"anne neden konuşmuyorsun,sesini özledim" dedi ama bu bile beni keyiflendirmeye yetmedi.
Velhasıl,sabahında yüklendiğim stres yumağı akşama dek her yanımı sıkı sıkı sardı vesselam.

Berbat bir gündü,iyi ki bitti...


Bu şarkı daha iyi bir haftaya başlangıç için vesile olur belki.Melodisi itibariyle tabi...

23 Aralık 2011 Cuma

Aşkın Tohumları...

Bir anne babanın çocuklarına bırakacağı en güzel anılardan biri nedir diye düşündüğümde,ilk aklıma gelen anne babalarının nasıl tanışdıkları ve aşklarının nasıl yeşerdiğine dair hikayeleri olacağı kanısına vardım.
Kendi anne-babam görücü usulü tanışıp evlenmiş olmasına karşın,anneme evlilik hikayelerinin nasıl geliştiğine dair sorular sormuşluğum ve cevabını ilgiyle dinlediğim dikkate alınırsa,çocuklarım içinde ilgi çekici bir konu olacağını düşünmek pek de yanlış olmaz sanırım.
O halde O'nlar sormadan ben şimdiden hazırlığımı yapayım,zamanı geldiğinde açıp okumaları konusunda yönlendirmem daha kolay olur değil mi?
Bundan yaklaşık 10 yıl önceydi...
Ne çocuklarım,ne evliliğim ne de tüm bunlara dair hayallerim vardı.Kaldı ki,bir sevgilim bile yoktu...
O sıralar sıkça görüştüğüm samimi bir arkadaşım vardı; B...
Bir sevgilisi vardı ve mütemadiyen ondan bahsederdi her görüşmemizde.Bazen sıkılır ama yine de can kulağıyla dinlerdim anlattıklarını.
Bir akşam iş çıkışı bir kafede oturduk laflıyorduk.B yine sevgilisiyle inişli çıkışlı giden beraberliğini anlatıyor da anlatıyordu.Bende artık canıma tak etmiş olacak ki,hiç tarzım ve tavrım olmadığı halde o gereksiz cümleyi kurdum:
"Yahu arkadaşım,farkında mısın sürekli ben seni dinleyip duruyorum.Yok mu çevrende bana hitap edecek birisi,tanıştırda belki benimde sana anlatacak malzemem olur haa?"

B şaşkınlıkla duraksadı,beklemiyordu benden bu tarz bir çıkış.Bir süre düşündü ve:
"Necdet var aslında,iyi çocuktur.Bizim şirkette çalışıyor.Satış müdürü.Gerçi üniversite terk ama kendini müthiş geliştirmiş ve fevkalade çevresi olan biridir" falan gibi bir şeyler söyledi sanırım.
Sanırım diyorum,çünkü ağzımdan gayri ihtiyari çıkmış bu cümleyi söyledikten sonra kendim bile üstünde durmamış olacağım ki anlattıklarını adam akıllı dinlememişim bile.
"Unut gitsin"dediğimi çok iyi hatırlıyorum ama:)
Aradan 1 hafta kadar geçti sanıyorum.Bir gün öğle vakitlerinde işyerimdeki odamın kapısı çalındı.İçeri arkadaşım B ve yanında gayet şık giyimli,tertipli ve titiz olduğu her halinden belli,kelli!!! felli,iri kıyım bir adam girdi.Anlamadım önce.Tedarikçi müşteri temsilcilerinden biri falan sandım.Öncesinden haber falan da vermemişti arkadaşım sağolsun.Kibarca selamladım.B yüzünde hınzır bir gülümsemeyle bizi tanıştırdı.
"Tanıştırayım:arkadaşım Gönül,bu bey de iş arkadaşım Necdet"
!!!!
B'nin yüzüne şok ve yapılan emrivakiden mütevellit hoşnutsuz bir ifade ile baktım.Sonra buyur ettim yerlerine.Havadan sudan bir iki muhabbetin ardından,sanki yıllardır tanışan iki samimi arkadaş gibi derin sohbetlere daldık bu davetsiz misafir beyefendiyle.O denli sıcak,o denli içten ve riyasızdı ki anlattıkları,biraz klişe belki ama sahiden tanıdığım diğer erkeklerin hiçbirine benzemiyordu.Çocukluğundan itibaren çalışmaya başladığından,şartlarının ne denli zor olduğundan,üniversiteyi bırakmak zorunda kalışından fakat tüm bunların kendisinin hayata karşı bu denli dik duruşuna zemin hazırlamış olduğundan,geçmişinden asla gocunmadığından bahsettikçe hayranlık duydum inceden inceye O'na.
Şeytan tüyü vardı sanki (ilerde bunu onunla tanıştırdığım pek çok kişiden duyarak tasdikledim) sohbeti su misali akıyor,zamanın nasıl geçtiğini hissettirmiyordu.Gitmesini hiç istemediğimi farkettim bir an ve bu düşüncemden ötürü şaştım kendime.Laf lafı kovaladı ve geçen bir saati aşkın sürenin sonunda ayaklandılar.Tanıştığımıza memnun oldumlar,yine beklerizler,tekrar görüşelimler sonunda ayrıldılar yanımdan.Ama sahiden çok memnun olmuştum O'nu tanıdığıma ve yine görmek istiyordum yalan değil.
Onların gidişinin ardından beraber çalıştığım,düşüncelerine ve kendisine çok değer verdiğim iş arkadaşım "H" abim geldi yanıma.Görmüştü Necdet'i.Fikrini almak istedim,sordum kendisine:
"Nasıl buldun?" diye,
Yıllar geçse de asla unutmayacağım şu diyalog geçti aramızda:
H: "İyi ama şefim biraz senden yaşlı gibi duruyor"
G : "5 yaş var aramızda,kel ya ondan öyle gelmiştir belki gözüne:),biraz da iri yarı falan"
H:  " iyi birine benziyor ama,eli yüzü düzgün"
G:  "Valla sana birşey söyliyim mi,ben böyle bir adamla evlenirim" !!!!!
İşte bu sözler o gün benim kaderimi belirlemişti sanki.Bazen bazı şeyler malum olur ya insana,benimde içime doğmuş,yolda görsem belki dönüp bakmayacağım bir adama,içim sıcacık kaynamıştı bir anda.
O günün devamında B ile telefonda görüştük tekrar.Bana Necdet'i nasıl bulduğumu sordu.Çok sıcak ve içten olduğunu,sohbetini çok sevdiğimi söyledim.Aynı duyguları O'da benim için dillendirmiş B'ye.Fakat gayet üsturuplu ve seviyeli bir biçimde.Tam da istediğim gibi.
Aradan bir hafta geçmemişti ki,bir gün işyerimde tekrar karşımda buldum O'nu.Bu kez yalnızdı.Çok şaşırdım yine ama sevindim de içten içe.Gayet güleryüzle karşıladım,memnuniyetim her halimden belli oluyordu sanırım.Yine birbirinden leziz dakikalar geçirdik birlikte.Yemekte yedik bu kez ve iş arkadaşım H de bize eşlik etti.O da keyiflendi sohbetiyle ve duyguları son derece olumluydu Necdet'e karşı.
Bu görüşmenin ardından ara ara telefonda konuşur olmuştuk artık.Kimi zaman arkadaşım B'yi aramak vesilesiyle iş yerlerini arıyor,O'nunla da konuşuyordum bir vesileyle.Ses tonuda inanılmaz etkileyiciydi bu arada:)Bunca görüşmelerimize karşın O'ndan hala birlikteliğe ya da en azından hislerine dair tüyolar alamıyor olmak hem biraz canımı sıkıyor ama çoğunlukla memnunda ediyordu.Nitekim ilk günden vıcık vıcık olmuş laubali ilişkilerden nefret ederdim ve bu bende inanılmaz bir itici kuvvet uyandırırdı.Hal böyle iken O'nun böylesi bir tavır sergiliyor oluşu,beni O'na biraz daha yakınlaştırıyordu.
Derken bir akşam yine iş çıkışı B,sevgilisi ve Necdet ile ben  dışarıda bir program yaptık.Hep birlikte bir cafede oturup lafladıktan sonra ayrıldık ve beni eve bırakmak üzere Necdet'in arabasına bindim.Yol boyunca bugüne değin süregiden arkadaşlığımıza dair konuştuk.Ve pazar gününü beraber geçirmek için sözleştik.
Pazar günü gelip çattığında öğlene doğru aldı beni ve Moda'ya geçtik.Bu bizim başbaşa gittiğimiz ilk mekandı.Sahildeki kafe de çokca sohbetler ederek birbirimizi daha yakından tanıma fırsatı bulduk.O'nu ilk kez takım elbisenin dışında spor giysilerle görüyordum ve bambaşka biri vardı sanki karşımda.Daha genç,daha sıradan.Nedense o gün,aslında onunla bir gelecek planlayacak kadar etkilenmediğimi hissettim.Buna sebep olan neydi bilmiyordum fakat tam da böyle hissediyordum.Gün bitiminde "arkadaşlıktan öteye gidemez bu ilişki,bununla sınırlı kalsın" kararı almıştım.Bunu O'na da hissettirdiğimi daha sonra kendisinden duydum.Neden sonra ayrılıp da evlerimize vardığımızda birden O'nu özlediğimi ve bu duygu karmaşasının geçici olduğunun ayırdına vardım.Ve hiç beklemeden O'na şu mesajı yazdım:
"Senden etkilendim galiba"
O'da cevap vermekte gecikmedi:
"Senden etkilenmeseydim,seni etkileyemezdim"...
Karşılıklı etkileşimlerin itirafa dönüştüğü o gün birlikteliğimizin temelleri atılmış oldu.
10 Mart 2002 Pazar
Ertesi gün öğlen saatlerinde telefonum çaldı.Arayan Necdet'ti.Kalbimin gümbürtüleri eşliğinde açtım telefonu.Aynı heyecan ve coşku emareleri O'nda da vardı.Hem de misli misli fazlasıyla...
Sesi coşkuyla çağıldıyor, mutluluğu sesinin her tınısından kendini ele veriyordu.
"Çok mutluyum Gönül,yerimde duramıyorum.Bayram çocukları gibiyim inan.Işıklarda durdum ve camı açıp ben çok mutluyum diye bağırasım var" diyordu.
O güne kadar gayet ağırbaşlı adımlar atan adam birden aşk meleği oluvermişti.Şaşkın ama mutluydum.Benimde içim içime sığmıyordu.Daha önceki hayal kırıklıklarımın üstüne ilaç gibi gelmişti.Hiçbirinde duyumsamadığım bir şeye "güven duygusuna" sahiptim  bu ilişkide ve bu da benim için herşeye bedeldi.
"Onunlayken kendimi güvende ve mutlu hissediyordum,ee daha ne istenebilirdi ki..."
Artık birlikteydik.Geliş gidişler,bir arada geçirilen saatler,telefonlaşmalar sıklaşmıştı.Herşey keyifliydi velhasıl.Aileme de ufak ufak bahsetmeye başlamıştım artık.Annem de merak ediyordu.Aradan çok zaman geçmemişti ki Necdet bir gün evlilikten bahis açtı.Herşey süperdi ama evlilik de nereden çıkmıştı daha çok erkendi.Birbirimizi yeni yeni tanıyorduk daha.Üstelik 25 yaşındaydım bir süre daha düşünmüyordum bu konuyu.Fakat o bilakis aceleye getiriyor nisan ayını sürerken Temmuzda evlenmeye dair planlar yapıyordu.Yavaş atın tekmesi sert olmuştu zahar...
Ben ise henüz çok erken olduğunu ve daha birbirimizi hiç tanımadığımızı ve en erken yılbaşında olabileceğini söyledim kendisine.Yangından mal kaçırmaya lüzum yoktu...
Herşey kendiliğinden olup bitiyor ve ben dilim tutulmuş bir ifadeyle dahil oluyordum yaşananlara.İstemiyor muydum?Tabi ki istiyordum fakat endişelerim de vardı bir taraftan.Aceleye gelsin istemiyordum hiçbir şey.Üstelik hazırlığımızda yoktu evliliğe dair.
Bir akşam bahsettim bizimkilere ve tanışmak istediğini söyledim.Babam hemen nereli olduğunu sordu.
"Orası pek hoşuna gitmeyecek baba" dedim.
"Kars'lı mı yoksa" dedi.Pek hoşlaşmazdı nahoş tecrübelerinden ötürü o diyarın insanlarından.
"Öyle sayılır,Ardahan'lı" dedim.
Ekşimsi bir ifade ile gülümsedi."Tanıyalım bakalım" dedi.
Birkaç gün sonra bir akşam yemeğiyle misafir ettik evimize ve tanışma fırsatı yarattık böylece.Gayet samimi bir ortam oluştu ve anında ısındılar müstakbel damatlarına.Aynı gece programladığımız konser etkinliğine hiç çekinmeden onay verdi babam bu sayede.
Sıra ailelerin tanışmasına gelmişti.27 Nisan akşamı bize geldiler ailecek ve peşi sıra bizi davet ettiler.Bu faslın ardından isteme merasimi gerçekleşti ve 16 Mayıs da resmen sözlendik müstakbel damat adayımla...
Güzeldi herşey.Keyifli gidiyordu ve oldukça hızlı.Eşyalarımızı bile beğenip almıştık sözün ardından.Büyük bir hızla işliyordu zaman ve tıkır tıkır yolunda gidiyordu tüm teferruatlar...
22 Haziran akşamı nişanımız gerçekleşti  ve peşi sıra düğün tarihimiz belirlendi:
10 Ağustos 2002 Cumartesi 
Saat: 19:00
Herşey O'nun istediği gibi ilerliyordu.Dediğini yaptırmıştı ve bende engel olamamıştım.Ve pek de memnundum açıkçası.Evimizi tuttuk;2+1 pek şirin,nohut oda bakla sofa bir daireydi.Samanlığı seyran edecektik birlikte.Borcumuz harcımız pek çoktu ama sağlığımız ve gönlümüz bir oldukça üstesinden gelinirdi her bir şeyin.Her şeyi kendi zevkimizle,kendi imkanlarımızla var ettik ve tamı tamına 5 ay gibi kısa bir süre de birlikteliğimizin resmi temellerini attık...
Düğün merasimlerinden hiç hazetmememe ve ısrarla düğün istemiyorum diretmelerime rağmen,o'nların istekleri doğrultusunda,benim için oldukça kasılarak geçirilen bir düğün töreniyle evlendik 10 Ağustos akşamı.
Düğünün ardından,evimizin anahtarını almayı unutup,apartmanın önüne park ettiğimiz arabanın içinde düğün kostümlerimizle abisinin anahtarı getirmesini bekleyişimiz komik bir anıydı o güne dair.
Ertesi gün balayı için Bodrum'a gittik ve unutulmayacak bir hafta geçirdik.
Her günü bambaşka lezzetlere gebe günler yaşadık evliliğimizin ilk yılları.Gezdik,tozduk her anın tadını çıkardık gönlümüzce.Sıkça tartıştık,kimi zaman ayrı düştük,eşikleri bir bir atladık fakat sevdik hep birbirimizi.
Şimdi aradan 10 yıl geçti.Farklı duraklardan geçti tren,ne istasyonlar gördü,ne yolcular tanıdı.Şimdiki rotamız ise bambaşka.Yolculuğumuza eşlik eden can parçası yolcularımız var artık.Yükümüz ağır olsa da manzaranın tadını çıkarmaya niyet edince insan ve taşıdığı yükün değerini bilip şükredince,seyrine doyum olmuyor bu şahane yolculuğun ve dahi farkına varıyor yük diye bildiklerinin aslında ne denli paha biçilemez kutsal hazineler olduğunun...


Nasıl unuttum bilmiyorum ama geç de olsa eklemek istedim.Her aşık çiftin bir şarkısı olur dimi?Bizim ki de bu işte.Ne zaman dinlesem,o güzel,heyecan dolu günler gelir aklıma.Şimdi ki gibi mesela...

22 Aralık 2011 Perşembe

Kızı Olanın Vay Haline...

Kim demişti  "bir kız çocuğu her anneye nasip olmalı,kızı olmayan anne oldum demesin" diye...
Bak işte şimdi de diyorum ki:
Kızın mı var derdin var...

Kök söktürüyor bana bu aralar kelimenin tam anlamıyla.İnadım inat,dediğim dedik.Her ne yapıyorsak "ben yapacağım" diye atılıyor ortaya.Tamam yapsın,iyi de beceriyor ne yapıyorsa ama acelemiz olduğunda diretmesi sinirlerimi bozuyor yahu.Üstelik kıyametleri de koparıyor istediği olmayınca.

Pek de süslü.Sabah okula hazırlanırken iki saat ne giyeceğinin kavgasını veriyoruz tek derdim oymuş gibi.Benim hazırladıklarımı beğenmeyip burun kıvırıyor,üstelersem yaygara çıkarıyor ve sonunda kendi istediğini yaptırıyor.Kel alaka kombinlerle ama kendi beğenileriyle okul yolunu tutuyor.Bir de giyindikten sonra babasının karşısına geçip "tataaaammm,çok güzel olmuş muyum babacım?" diye beğeniye sunuyor.
Yelek,hırka vs.giydirmek ayrı bir sorun.Üzerindeki bluzu kapatıyor düşüncesiyle reddediyor giymeyi."Kızım üşüyeceksin",yok kime ne?Bildiğini okuyor cadı.Es kaza giydirebilirsem pazarlık yapıyor"okula gidince çıkartacağım ama" diye.Ne halin varsa gör.
Aman ne çile...

pantolon giyilmedi ya...
Kot pantolon takıntımız var birde.Pek seviyoruz jean giymeyi.Üstelik skinny tarzı:)
Bir kaç gün önce,iki gün üst üste giydiği kot pantolonu 3.gün de giymek isteyince izin vermemiş ve şort etek giydirmiştim.Veryansın ederek reddetti giymeyi ve iki saat ayak direyip odasından çıkmadı hasbam.Biz gidiyormuş gibi yaparak daire kapısını üstüne örtüp onu içerde yalnız bırakınca ağlayarak geldi ve babası dayanamayıp içeri girerek alıp getirdi arabaya.Ama ne olsa beğenirsiniz:
Yine dediğini yapmış ve kirli pantolonu geçirmiş bacağına,üstelik pis pis sırıtarak da meydan okurcasına...

Geçenlerde bir sabah uyandı ve direkt olarak ağlamaya başladı."Allah Allah ne oluyor acaba?" dedim.Huyu değildir öyle sabah sabah ağlayarak uyanmak.Sonra kendi kendine mızırdanarak söylendiğini duydum.Aynen şöyle diyordu:
"Ama ben bunu giymek istemiyorum,bunu giymiycektim"
Sabah sabah uyanmış ve pijamalarına bakarak ağıt yakıyordu benim kokoş kızım.Akşamdan üstünde olan skinny!!! kotunu sabah kalkıpta üstünde göremeyince çok içerlemiş ve kendine gelmeyi bile beklemeden kalkıp tekrar üstüne geçirmişti bile ben yanına gittiğimde.Merak ediyorum bu kızla geçireceğimiz evreleri ve şimdiden endişelerim aldı başını gidiyor...

kendi haline bıraktığım bir gün...
Kız çocuğu olur da makyaj özentisi olmaz mı?Pöfffff....
Ne zaman işe güce dalıp başı boş bıraksam,yatak odamda makyaj masamın önünde buluyorum hatunu.Sürüp sürüştürmüş,parfümleri üstüne boca etmiş vaziyette hemde.Öyle de masum bakıyor ki yüzüme,kızamıyorum da kendisine.
Ben de öyle idim küçükken,biraz da ondan belki de.Annem ortalıkta olmadığı bir anda alıverirdim rujunu elime,dudaklarıma,yanaklarıma sürerdim de sürerdim.Onun geldiğini anladığım an var gücümle silmeye çabalardım ama nafile anlardı o yine de kalıntılardan.
Bir de o zamanlar(hala var gerçi,hatta edindim bile bir tane) kapağı altın renginde,ruju yeşil fakat sürünce çok tatlı bir pembesi olan "sihirli ruj" diye satılan bir ürün vardı.Sürünce kolay kolay çıkmıyordu.Onu sürersem vay halime.Silsem de boşuna,şıp diye anlardı annem ve söylenir de söylenirdi.
Zaman geçti,devran döndü ve aynı sahneleri şimdi ben kızımla yaşıyor ve gülümseyerek karşılıyorum durumu.
Çok sempatik değil mi ama?


Herşeye rağmen keyfi bir başka.Kızı olan anneler ne dediğimi iyi bilir.Onunla mutfakta çorba karıştırmak,keke yumurta kırmak,masa hazırlamak,sofra toplamak,tırnaklarımıza oje sürmek,bağıra çağıra şarkılar söylemek, deliler gibi dans etmek,gezmelere gitmek,hatta giydirip kuşatmak!!! ayrı bir zevk.
Tıpkı küçükken oyuncak bebeğimle evcilik oynadığım günlerdeki gibi...

21 Aralık 2011 Çarşamba

Yazamadıkça...

Kaynak:www.bengigencer.com
Verdiğim ara yüzünden bloğa bir türlü yakınlaşamadığım günlerdeyim yine.Yazılacakların birikişine paralel,arası açılan yazılamayan günlerin uzayıp gidişi...

Neden böyle bilmiyorum,yazamadıkça buz gibi soğuyor iyice kaçınıyorum yazmaktan.PC den cüzzamlı imişçesine geri duruyor,açmaya bile imtina ediyorum sebebini çözemediğim bir biçimde.Sadece blogdan değil elbet;diğer sosyal ortamlardan da uzak duruyor,köşe kapmaca oynuyorum hepsiyle tek tek.Bir nevi PC diyetine giriyorum velhasıl...

İyi de oluyor esasen.Bir tür hastalık hali internet bağımlılığı;literatüre de girdi nitekim.Kimi gün sabah saatlerinde oturup uzunca süreler diğer işlerimi ihmal ederek neredeyse akşamı etmişliğim var mesela.Tiksinti uyandırıyor böylesi bağımlı olmak bedenimde.Bu nedenle hiç değilse kısa bir süreliğine soyutlanmak iyi de geliyor bünyeye.Detoks niyetine...

Sanal sosyalleşmeden daha hakiki ve harbi bulduğum eş dost ziyaretlerine,konu komşu kahvelerine, arkadaşlarla kahvaltılara,öğle yemeklerine vakit ayırmak gerekliliğine inanıyor,ziyadesiyle mutlu oluyorum böylesi toplaşmalardan.
Tam da böyle geçti işte yazamadığım bir hafta.

Geçtiğimiz perşembe RU ve ZE'yi babayla bırakıp YA'yı alarak kız kardeşime gittim İzmit'e.İki gün bir gece hasret giderdik Gülşahcığımla.Ben kardeşimle hasret giderirken,YA'da hasret kaldı kendi kardeşlerine ve mütemadiyen dile getirdi "anne ben kardeşlerimi özledim,evimize gitsek artık" diye.Ve her seferinde yeniden ayırdına varıyorum ki:
"Kardeşleri YA'nın hayatında gerçekten çok önemli bir yerde,tam da baş köşede"

Pazar günü yine YA ile birlikte günler öncesinden biletlerini temin ettiğimiz "Çocuklar İçin Notada Yazmayanlar" adlı gösteriye gittik.Oyuncu Memet Ali ALABORA'nın anlatımı üstlendiği, Emir GAMSIZOĞLU'nun piyanoyla eşlik ettiği gösteride,çocuklara klasik müziği tanıtmak ve sevdirmek amaç edinilmişti.
Kulaklarımızın aşina olduğu eserleri,bu eserlerin sahiplerini,sanatkarların doğdukları ülkeleri ilgi çekici ve keyifli bir biçimde öğrenme ve ülkemizin yetiştirdiği minik ve genç sanatkarları dinleme fırsatı bulduğumuz interaktif gösteride çocuklar sahiden eğlenleci vakitler geçirdi.
Hatice ve oğlu Can ile birlikte katıldığımız gösteriden memnun bir biçimde ayrıldık.Üstelik blog dünyasından ve sanal ortamdan tanıdığımız diğer dostlarımıza rastlamakta ayrıca keyifliydi.

Pazartesi öğle üzeri ise blog arkadaşım güzeller güzeli İlknurcuğumla görüştük Pendik'de.Perşembe'den aramış cuma günü Pendik'de olacağını bu vesile ile görüşebileceğimizi dile getirmişti.Bende çok sevineceğimi fakat kız kardeşimde olduğumdan çok üzülerek cuma günü mümkün olmadığını ama pazartesi günü eğer kendisi de uygun olursa seve seve görüşmek isteyeceğimi söyledim.Pazartesi günü aradım ve 14:30 gibi buluşup öğle yemeği eşliğinde keyifli bir sohbet ve gün geçirdik İlknurumla.Oğlu Yağız'da yanındaydı.Öyle şeker,öyle güzel bir çocuk ki Yağız;tabir-i caizse ağzımın suları aktı karşısında.Annesi gibi çok güleryüzlü ve tatlı dilli.Pek sevdim pekk.Blogların böyle arkadaşlar hediye etmesi ne güzel.Bu işin en cazip yanlarından biri bu sanırım.

Dün de YA'nın bu yıl ilköğretime başlayacağı okulu,ikinci dönem ana sınıfına orda devam etmesi için kayıt işlerimleri ile ilgili bilgi almak amaçlı ziyaret ettim.Hem okula adapte olması hem de yeni arkadaşlar edinmesi için böylesini uygun bulduk ve YA'yı da bu konuyla ilgili bilgilendirdik.Gayet ılımlı karşıladığı duruma karşı ilk cümlesi "tamam ama Rohat'ta o okula gelsin" oldu.Yaramazlıkları tek başına yapamazdı ama dimi?
Okula girdiğimde kendimi sahiden de pek tuhaf hissettim.Minik oğlumun bu denli çabuk büyüyüp ilkokul sıralarında oturacak yaşa gelmiş olması melankolik hisler gark etti bende.Seneye o yolları bolca arşınlayacak olmak da azıcık korkuttu desem.Hele 2 sene sonra ikizlerin de dahil olacak olması....

Canımız sağ olsun,huzurumuz daim olsun da varsın mesaimiz bol olsun...

14 Aralık 2011 Çarşamba

Çift kişilik yatakta 5 kişilik huzur...

Dün akşam annemlerdeydik.
Çocukların "biraz daha kalalım" şeklindeki çetin ısrarları sonucu  saat 22:30 gibi kalkabildik ancak.
Eve vardığımızda uyku öncesi rutinlerini gerçekleştirip her zaman ki gibi daldık bizim ebeveyn yatağına.Bu kez bizde girdik yanlarına.

Çift kişilik yatak,limitlerini fazlasıyla aşıp 5 kişiyi bastı bağrına.



Çocuklardan biri "anne benim yanımda yat" diyor, diğeri "hayır benim".
Öbürü eksik kalır mı?

Üçe nasıl bölünsün anne?Hangi birini memnun etsin?Çaresiz,sağ yanına birini aldı,sol yanına diğerini.Üçüncünün de elini tutarak almaya çalıştı gönlünü.İçime sokarcasına hissettim sıcaklıklarını her birinin.Onlarda hissetmiş olacaklar ki, huşu içinde hemencecik geçiverdiler uykuya...
Gülümseyerek baktım halimize,huzur kapladı içimi.

Yatağın diğer başında yatan Neco'ya seslendim sonra:

"10 sene önce iki kişi girdiğimiz bu yatakta,şimdi beş kişi yatıyor olmak nasıl bir duygu?" diye,

"Huzur bol ama biraz konfor eksik " dedi :)

Ruhsuz adam!!!

12 Aralık 2011 Pazartesi

Her Tıkırtıda Kapıya Koşan Hasta Kız...

Keyifli bir hafta sonu idi.
Bolca ev gezmeleri yaptığımız,sıcacık sohbetler ettiğimiz,çocukların önce halim selim tavırlar sergileyip,ortama ısınınca özlerine dönüşleriyle kalk borusunu öttürdüğümüz,pazar gününü akşama dek evde geçirip kah kestane pişirerek,kah çekirdek çitleyerek,kah saklambaç kah atçılık oynayarak,aile saadeti tadında akşamı ettiğimiz bir hafta sonunu daha geride bıraktık.

Bu sabah 10:00 da zor açtım gözlerimi.Telefonda olmayınca(arkadaşlarda kalmış) uyandırılamadım haliyle.Ben daha yüzümü yıkarken Neco geldi çocukları almaya.Daha kahvaltı yapacaklar,aman Allah'ım ne miskin bir anneyim ben.Alelacele bir kahvaltı hazırladım ve iki koldan hallediverdik hemen.

ZE pek iyi uyanmadı bu sabah.Nefes alırken taa içerlerinden ses geliyordu ve buna eşlik eden kuru bir öksürük vardı.Hıh dedim,tamam hasta oluyoruz."Gitmesin,evde dinlensin" dedim Neco'ya.O da oğlanları aldı ve çıktılar.

Çiçek kokulu prensesimle evdeyiz şimdi.Annesi ona sıcacık kemik suyuna çorbalar kaynatıp,şifa bulmasına katkı sağlayacak.Yalnız sıkılıyor azıcık.Her tıkırtı duyduğunda dikkat kesilip doğru kapıya koşuyor.YA ve RU geldi sanıyor yavrucuğum.Mütemadiyen  de "anne ne zaman gelecekler" diye soruyor.Çok alıştılar birbirlerine çoookk.Biri aralarında olmasın,diğer ikisi sürekli olmayanın ismini zikrediyor.Önceleri anneannede rahatlıkla,sıkıntı çıkarmadan kalırlarken şimdi asla tek başlarına kalmak istemiyorlar.Birlikteyken pek mutlular şükürler olsun.Kriz çıkarmıyorlar mı hiç?Ohoooo hemde sıklıkla,ama iki dakika sonra unutuveriyorlar hiçbir şey olmamış gibi.Sanki az önce iki düşman gibi kafa göz girişen onlar değilmiş gibi.Çok keyifli böylesi muhabbetlerine tanıklık etmek.Allah birbirlerinden ayırmasın inşallah...

Oğluma kardeş/kardeşler yapmakla en iyisini yapmışım.Buna bir kez daha inandım bugün...


Yukardaki abajur,YA'nın odasında kullandığımız,hiçbir detayı olmayan sade bir modeldi.Daha önce ördüğüm yatak örtüsüne uyum sağlasın,hemde görünümü biraz hareketlensin diye böyle birşey düşündüm.Fena olmamış değil mi?

9 Aralık 2011 Cuma

Bugünden...

Kaynak:www.bengigencer.com
Güne güzel uyandım bu sabah.

08:30 du saat.Yatak odamın içi ışıl ışıldı.Güneş odayla beraber içimi de ışıttı.Yapraklar dökülmeye başladığından beri,odam güneş görmeye başladı şükürki.1.ci katta oturduğumuzdan, yaz geldiğinde bahçedeki ağaçlar iyice coşunca pencereyi tümden  kaplıyor, dolayısıyla güneşin eve süzülmesini engelliyordu.Kasvetli havanın ruhuma yansıttığı menfi duygulardan mütevellit, hazetmem hiç karanlık sabahlardan.Özellikle güne uyanışlarda daha baskındır bu duygu bende.Nasıl başlarsan öyle devam edersin ya hani,o hesap.Günü karamsar duygularla karşılarsam  şayet,bu his akşama dek eşlik eder bana ve dolayısıyla aileme.

Dün akşamdan,sabah kahvaltıyı kendisinin hazırlayacağını önceden haber vererek beni berhudar eden sevgili beyim:) dediğini yapmış ve kalkıp hazırlıklara girişmişti bile.Çocuklarda uyanmış,dolanıyorlardı evin içinde neşe ile.Her sabah TV açarlardı kalkınca önce,fakat Dijitürk bağlantımızda sorun var birkaç gündür,bu nedenle TV izlenmiyor evde.Pek de iyi oluyor bence,böyle de kalabilir diyeceğim  aslında lakin arada onları zaptetmek,hiç değilse yarım saat mola vermek amacıyla işime yaramıyor değildi hani.Hele ki cumartesi gününü 3 azgın veletle evde başbaşa geçireceğimi düşündükçe hafiften karabasanlar görmüyor değilim fakat park mark bir şekilde geleceğiz üstesinden o gününde.

Mutfaktaki tıkırtılar mest ediyordu beni,tadını çıkardım yatakta epeyce.Gerindim,bebekler gibi mayıştım,yeni değiştirdiğim nevresimlerimin mis gibi kokusuyla kendimden geçip yayıldım iyice.Prenses edasına bürünüverdim hatta ince ince.Unutuverdim bir anda külkedisinden hallice hallerimi, süzülüverdim bambaşka alemlere.Hakkımdı elbet;arada bir araba balkabağına dönüşüvermeden keyfini sürmek gerek böylesi anların.Neden sonra RU'nun yanıma gelip "tuvaletim geldi" deyişiyle döndüm aslıma.Ikına sıkına kalkıp beraberce banyoya geçtik.Yüzümü yıkayıp kendime geldim ve mutfağa yöneldim.

"Günaydın" dedim hane halkına.Kahvaltı hazırlanmıştı.Çocuklar için yumurtalar pişirilmiş,sütler ısıtılmıştı."Bize yumurta yok mu?" dedim."Bilmem yapmadım,diyettesin ya" dedi."Diyette olanlar yumurta yiyemiyorlarmıymış,atladım mı yoksa ben bunu?"diye sordum."Ne bileyim yemezsin herhalde diye düşündüm" diye cevap verdi.Kalktı tekrar yumurta pişirmeye gitti."Gerek yok,boşver" dedim ama dinlemedi.Bende peşinden gidip kendime otsu bir tabak hazırlamaya koyuluyordum ki,"hadi yaa ne yapıyorsun gitsene içeri" diye hafif ters bir çıkış yaptı."Hayırdır? gerginsin,kahvaltı hazırlamak ağır geldi sanırım,yapma istersen bir daha" dedim."Yok gergin falan değilim,her zaman hazırlamıyorum ya ne olacak" diye karşılık verdi.Ama son zamanlarda hayli gergin olduğu dikkatimden kaçmıyordu zaten.İşlerin yoğunluğu,hayat şartlarının ağırlığı,evdeki koşturmacalar yıpratıyordu O'nu iyiden iyiye.Biraz nefes almaya ihtiyacı olduğu aşikar;benimde,O'nunda...

Harala gürele yaptık kahvaltımızı.YA fazla hareketliydi yine.Kahvaltı boyunca poposunda kurtlar kaynıyormuşcasına bir sağa bir sola sürekli savrulup durdu.Dengesiz davranışlarıyla sabrımızı zorladı.Kah çatal yerine eliyle uzandı peynir tabağına,kah savruk hareketleriyle üstüne döktü aldığı lokmaları.Uyarılarımıza lakayt karşılıklar vererek iyiden iyiye gerdi bizi.Normalde lafını ettiğimde anında kendine çeki düzen verdiği "konuşmayacağım seninle" tehditimi bile dikkate almadı."kahvaltın bitti,doğru banyoya" diyerek derhal uzaklaştırdım O'nu sofradan.Fakat aynı zıvanalıkları orda da sürdürdü.Elinde diş fırçası,ağzında köpüklerle yanımıza geldi ve RU ve ZE'yi de ayartmaya çalıştı.Neco kalktı ve bir hışımla banyoya yöneltti hepsini.Üstünü giyerken maskaralıklarına devam etti kaldığı yerden.
"pijamanı katla oğlum"
"katlamıycamm"
"pantolonunu giy oğlum"
"giymiycemmm"
"Neden hep sizin istedikleriniz oluyomuş bakalım" diye de isyanını dile getirdi zibidi.
"Bizim istediklerimiz olmuyor ama canım,bak herşeye itiraz ediyorsun.Bundan böyle sen ne istersen bende aynını yapacağım.Herşeye hayır diyeceğim" dedim bende.
"Bilgisayarda oyun mu istiyorsun?-Hayır.Oyuncak mı istiyorsun?-Hayır.Parka mı gitmek istiyorsun?-Hayır,hayır,hayır,bundan sonra herşeye hayır" deyince,
"Bende sizin dediklerinizi yapmam o zaman" diye başa sardı tekrar.
"Zaten yapmıyorsun" dedim ve laf düellomuz böyle sürdü gitti...

Bazen tanıyamıyorum O'nu.Bambaşka bir çocuk olup çıkıyor.Çok inatlaşmayıp sakin karşılamak,kendi haline bırakmak lazım biliyorum ama bazen iyice geriliyor,bir temiz paylayayım istiyorum ne yalan.
Büyüyorlar,büyüdükçe sorunlarıda büyüyor ve ben bazen kontrolümü kaybedeceğim diye çok endişeleniyorum.
Büyüyorlar demişken;her geçen gün sergiledikleri farklı davranışlarla beraber sarfettikleri muzip cümleler hem şaşırtıyor hem de keyiflendiriyor beni.İşte onlardan bir örnekle gülümseyerek,keyifli hafta sonları diliyorum hem bize, hem herkese...

Dün akşam yoldayız,amcamızı ziyarete gidiyoruz.ZE birşeyler anlatıyor,arada RU ve YA'da ona müdahale ediyor.ZE'de "ama,ama" diye karşılık verince RU önce bir saniye düşündü ve, 
"Ama bakkalda" deyiverdi.
Çocukken kullanmaya alışık olduğumuz"Yağ bakkalda" lafını,"ya" ile başlayan ya da biten cümleler sarfettiklerinde birkaç kez O'nlara da kullanmıştık,ordan aklında kalmış olacak.Her lafa "ama" ile başlayan itiraz cümleleriyle karşılık verdiklerinde ise "aması maması yok" diyorduk arada.RU bu ikisini  harmanlayıp böyle bir cümle çıkardı ortaya.Koptuk resmen...

Eğlence için çok malzeme çıkar bunlardan çoookkk...

8 Aralık 2011 Perşembe

an-ne...

ANNE;
Basit bir kelime sadece...
Armonisi kulağa hiç de cazibeli gelmeyen,kompleks bir söyleyiş ve anlam barındırmayan,bebek diline yatkın,hatta ağlama sırasında gayri ihtiyari ortaya dökülen,bir nevi bebeğin imdat çağrısı niteliğinde,gayet basit, yalın,sıradan, yansıma bir kelime hem de...
Lakin bu sözcüğe anlam kazandıran,ona duygu yükleyen,özelleştiren,güzelleştiren,yerine hiçbir şeyin koyulamayacağı denli eşsizleştiren,gönül telini titreten,onun ete,kemiğe,ruha büründürülmüş hali değil midir?

Yokluğunda acziyetlerin en büyüğünü yaşatan,varlığında tamam oldurtan,"herşeyim eksik kalsında bir O olsun yanımda" dedirten,can damarı,hayat pınarı,gönüllü köle,sadık sevgili,kanatsız melekler;annelerimiz...

Ben de bir ANNEYİM;

Henüz toy,yolun çok başında,çokca hata yapan,yığınla eksikleri olan,öğrenmesi gereken tonla şey bulunan acemi bir ANNE...

Ama sevgi toyluğu yaşamayan,çocuklarına zil zurna aşık bir ANNE...

Gel gör ki,hışmınıda sevgisi kadar yoğun aktaran bir ANNE...

Çocukları bir lokma fazla yiyince yüzü gülen,O'nların yedikleriyle kendi karnı doyan,detaylarla boğulan, ihtiyaçlarını gidermek için bedeninin limitlerini zorlayıp helak olan, lakin bu yorgunluktan dahi müthiş bir haz duyan manikdepresif bir ANNE...

Yüzleri gülünce,kalbi ısınan;gözlerinde ki ışık sönünce,dünyası kararan bir ANNE...

Delilik eşiklerinden bir bir atlayıp,peşisıra kendini derin uçurumlardan aşağı bırakan,yarı şizofren bir ANNE...

Gelgitler girdabının ortasında debelenip,bazen hepten içine çekilerek dibe vuran,bazen bir hışımla kendini kurtararak sağa sola savrularak da olsa ayağa kalkabilen,kimi zaman aciz ama çoğu zaman dirayetli bir ANNE...

Her dibe vuruşta kendine kahredip lanetler okuyan,yarasını kanatıp canının daha bir yanması için bir heves kaşıyan,ardısıra acıdan hissizleşen bedenini silkeleyip kendine getirerek sözler vermeye,yenilenmeye,iyiye yönelmeye ve yöneltmeye çalışan bir ANNE...

Sürekli sorgulayan,kurgulayan,yargılayan ve pek tabi kaygılanan bir ANNE...

"Sen bizi rahat bıraksan,biz seni hiç üzmeyiz" dedirtecek denli çocukları üzerinde otorite kurmuş,kimi zaman fazla dominant,kimi zaman da aşırı large şapşal bir ANNE...

Aynı durumlara, ruh haline paralel farklı tepkiler veren ve bu nedenledir ki çocuklarını abandone etmiş,günü gününü tutmayan,balans ayarı kaçık bir ANNE...

İçine düştüğü andan itibaren,her geçen günle beraber daha da büyüyen bir aşkla çocuklarına bağlı ve ne olursa olsun sevgisi kalbine bir mıh gibi çakılı,yerine başka hiçbir aşkı(Onları verenin aşkından başka) koyamayacak denli tutkun,gözünden sakınan,dilinden dilekleri,duaları eksik etmeyen bir ANNE...

Bir çok ANNE gibi,ANNEM gibi...

7 Aralık 2011 Çarşamba

Çocuk İçin Mutluluk...

Yine ve yine anladım ki,


Çocukları,öyle tonla paralar harcayarak fazla kompleks etkinliklere dahil edip memnun etmeye çalışmak nafile bir çaba.


Elbet ufuklarını açmada katkıları muhakkak lakin, 


Yalın,kendi hallerinde,yönlendirilmeden,hazır olanı sunmadan, kumandanın tamamen onlarda olduğu (güvenlik müdahaleleleri dışında) en basit etkinlikler,O'nları en çok mutlu edenler değil mi?


Ver eline kovayı küreği,


götür oksijeni,ışığı,güneşi,eğlencesi bol bir parka


hem paranız cebinizde kalsın,hem keyifli yürüyüşler yapın,


Hem bol bol anı biriktirin,




hem bolca huzur eşliğinde sakin sükun kafa dinleyin ebeveyncek,

Moda'da sonbahar...

hem de O'nlar ziyadesiyle mutlu olsun.


Gün bitiminde;yorgun ama mutlu ve huzurlu bir ifade ile dönün evinize.


Daha ne istenir ki zaten...

5 Aralık 2011 Pazartesi

Keşke Herkese İkram edebilsem...

Bugün Muharrem ayının 10.cu günü;yani "Aşura Günü",yahut bizim bildiğimiz adıyla "Aşure Günü".

Her sene yapmaya çalışırım elimden geldiğince.Daha doğrusu 2006 yılından itibaren demeliyim.Onun öncesinde, çok severek yediğim bir tatlı olmasının dışında pek bir ilişiğim yoktu ne günün mahiyetiyle,ne de bu eşsiz tatlının  yapımıyla.İlk kez,YA'yı yeni doğurmuş,henüz bir kaç günlük lohusa iken denemiştim.Anneliğin vermiş olduğu içgüdüsel bir hamaratlıkla acayip bir özgüven nüksetmişti bedenime sanırım.Pişirip de apartmana dağıtmaya çıktığımda "sen ne ara doğurdun da aşure pişirdin?" diye şaşakalmışlardı.
Ama ne yalan söyliyim,ilk olmasına karşın öyle leziz olmuştu ki,herkesten de bu iltifatı alınca kendimi "Aşure Gurmesi" addedip,her sene yaptığım bir seremoniye dönüştürüverdim bu işi.

Komşulara ikram edilmek üzere hazırlanan tepsi

Bu sene geçmiş yıllardan farklı olarak ilk kez oruçta tuttum Allah kabul ederse.Bilmiyordum önceleri bu günde oruç tutmanın yerini ve önemini.Birkaç gün önce duyunca "tutayım elbet" diye niyetlendim.Şükür tutabildimde.
Aşure yapacak oluşumdan ötürü biraz terddütlüydüm zira tadına bakmam gerekti,şekeri nasıl göz kararı ayarlayabilirdim?Ya fazla yahut eksik olursa? diye endişelerim vardı fakat "haydi Bismillah" deyip sıvayınca kolları ortaya iyi birşeyler çıkıyor çok şükür.

Benim aşure yaparken olmazsa olmazlarım şöyle;

* Pişmeye yakın içine küp küp doğradığım portakal kabuklarından eklerim.Mis gibi bir rayiha katar tatlıya bu.
* Gül suyu bir diğer vazgeçilmezimdir.Onunda aroması müthiş bir lezzet veriyor Aşureye.
* Fındıkların diri kalmasına özen gösteririm.O nedenle ocağı kapatmadan az önce eklerim onuda.Kırmadan bütün bütün elbet.
* Cevizi asla pişirmem çünkü rengini karartır.Süsleme amaçlı iri parçalar halinde üstüne ilave ederim.
* Kabuk tarçınsız bir Aşureye Aşure demem:)
* Kıvamının koyulaşması ve daha açık bir renge sahip olması için sulandırılmış nişasta eklerim en son aşamada.
* Vee en sevdiğim malzemesi,Aşurenin ana malzemesi olan buğdaydır.Onu biraz fazla tutarım,hem kıvamını artırır,hemde bence daha lezzet katar.

Belki bir çok hatun bu şekilde pişiriyor Aşure'yi fakat ben yine de paylaşmak istedim belki denemeyip yardıma ihtiyaç duyanlar olabilir diye...

Bu tabak da benim payıma düşen :)

Aşureyi pişirip bütün komşularıma dağıttım iftar üstü.Ve bende orucumu Aşure ile açtım.
Allah kabul eder umarım...

Related Posts with Thumbnails